Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Gelişim Psikolojisi

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:05    Güncellendi: 18.02.2025 22:05
GELİŞİM PSİKOLOJİSİ

• Gelişim psikolojisi; biyolojik; psikolojik ve davranışsal yeteneklerin basitten karmaşık sistemlere doğru değişiminin incelenmesi olarak tanımlanır.

• Gelişim psikolojisi organizmanın belli bir yaş sırası içinde geçirdiği dönem ya da evrelerin tanımlanıp incelenmesi ile ilgilidir.
• Gelişim Psikolojisinin temel ilgi alanı; zamanla organizmanın geçirdiği değişimlerin incelenmesidir.

GELİŞİMLE İLGİLİ KAVRAMLAR


1.BÜYÜME:


Bedenin ya da herhangi bir organın "bir durumdan başka bir duruma geçişinde görülen değişiklikler dizisi" anlamına gelir.

Örneğin; boyun 50 cm den 55 cm ye geçişi bir büyüme belirtisidir. Kalp; ciğer ve diğer iç organların büyümesinde de durum aynıdır. Büyüme; gelişimin her yönüyle ilgilidir.

2.OLGUNLAŞMA:


Genetik yapı ve çevre etkileşimi sonucu bireylerde görülen biyolojik değişikliklere olgunlaşma denilir


Organizma; fizyolojik olarak bir davranışı; bir işi yapabilecek hale geldiğinde; olgunlaşma gerçekleşmiştir.


Olgunlaşma; bir "süre"nin geçmesi sonucunda bireyin ya da bir organın; fiziksel güç ve kuvvet bakımlarından; yaşama uyumda belli bir durumu karşılayabilecek (başarı ile bir uyum yapabilecek) bir düzeye erişmesidir


Olgunlaşma; öğrenme için şarttır. Örneğin; ayak ve bacaklarımız yürüme için yeteri derecede "olgunlaşmamış" ise; "yürüme" öğrenilemez.


Olgunlaşma; bireyin bir işi yapabilecek düzeye ulaşmasıdır. Canlı varlığın daha çok kalıtımdan getirdikleri ile; zorunlu olarak; çevreden kazandıklarının etkileşimi sonucu ortaya çıkar.


3.HAZIR BULUNUŞLUK:


Kişinin olgunlaşma ve öğrenme sonucu belli davranışları yapmaya hazır olmasıdır.


Örneğin; dört işlemi öğrenecek olan bir çocuğun hem dört işlemi kavrayabilecek bir olgunluğa ulaşması; hem de bunun için gerekli olan sayma; toplama; çıkarma vs. ile ilgili bilgi ve becerilere sahip olması gerekir.


Hazırbulunuşluk; canlı varlığın herhangi bir şeyi öğrenebilecek duruma gelmesini anlatan bir terimdir.


4.FİZİKSEL (BEDENSEL) GELİŞİM


Kişinin döllenmeden ölüme kadar geçirdiği; büyüme; durgunluk ve çöküş evrelerindeki bütün değişiklikler demektir.


Bedensel gelişim; bebeklerin doğumdaki büyüklükleri ve doğumdan sonraki büyüme hızları; onların genel gelişimleri hakkında bize bilgi verir.


Fiziksel gelişimi içinde kişinin; boy ve ağırlık; iskelet; kas; sinir; bez (iç salgı beleri); sindirim; kan ve solunum sistemleri incelenir.


5.SOSYAL (TOPLUMSAL) GELİŞİM


Kişinin doğumdan yetişkinliğe kadar başka insanlarla olan ilişkilerinin ve onlara karşı geliştirdiği ilgi ve duygularının tümüdür.


Toplumsallaşma; kişinin yetişkin çevresinde geçerli olan "norm" ve değer yargılarına bir "davranış geliştirme" sürecidir.


Sosyal gelişme; kişinin sosyal uyarıcıya; özellikle grup yaşamının baskı ve zorunluluklarına karşı duyarlık geliştirmesi; grubunda ya da kültüründe başkalarıyla geçinebilmesi; onlar gibi davranabilmesidir.


Sosyalleşme; ergenlikten yetişkinlik dönemine geçmesiyle sonuçlanan bir öğrenme ve öğretme işlemidir.


Sosyalleşme; kişinin belirli bir toplumun davranış kalıplarının kişiliğe mal ederek o topluma ait bir kişi durumuna gelmesidir.


Erik Erikson’un Psikososyal Gelişim Kuramı


• İnsan gelişimini dönemler halinde inceleyen kuramlardan biri de; psikososyal gelişimi konu edinen ve Erik. H. Erikson tarafından geliştirilen kuramdır.


• Erikson önceleri klasik Psikoanalitik kuramı benimsemiş; fakat daha sonra psikanalizin eksik yanlarını görerek kendi kuramını geliştirmiştir; kuramını geliştirirken psikanalizden de yararlanmıştır.


• Psikoanalitik yaklaşımdan farklı olarak; çocukluk dönemlerinin yanı sıra ergenlik; yetişkinlik ve yaşlılık dönemlerine de yer vermiştir. Bunun yanı sıra; insan gelişiminde kültürel; sosyal ve çevresel etkenlerin önemini vurgulamıştır. Erikson’a göre uygun çevresel şartlar ortaya çıktığında daha önceki yaşantılara bağlı olmaksızın sağlıklı dönemler geçirilebilir.


• Erikson kuramında bazı Freudcu görüşlere yer vererek psikanalitik görüşe sayısız katkıda bulunmuştur.


• Freud benliği alt benliğin dürtüleri ve üst benliğin talepleri arasında arabulucu gibi gördüyse de Erikson; benliğin pek çok yapıcı işlevi olduğuna inanıyordu.


• Erikson’a göre benlik kişiliğin oldukça güçlü ve bağımsız bölümüydü.


• Benlik; kişinin kimliğini oluşturmak ve çevresi üzerinde egemenlik kurma gereksinimini tatmin etmek gibi hedefler dorultusunda çalışıyordu.


• Erikson’a göre benliğin birinci işlevi bir kimlik duygusu oluşturmak ve bunu korumaktı.


• Erikson kimliği bireysellik ve biricilik duygularının yanı sıra geçmiş ve gelecekle bütünlük ve süreklilik duygusunu da içeren karmaşık bir içsel durum olarak tanımlamıştır.


İki kuramın farklılıkları...


• Freud’un kişilik gelişimi tanımları; üst benliğin ortaya çıktığı dönem olan altı yaş civarında son bulur.


• Freud’un kuramına göre yetişkin kişiliklerimizin temel özellikleri bu dönemlerde son şeklini alır. Oysa Erikson; kişilik gelişiminin kişinin yaşamı boyunca devam ettiğini belirtir.


• Hepimizin geçtiği sekiz evre vardır ve hepsi de kişilik gelişiminde yaşamsal önem taşır.


• Erikson’un kişilik gelişimi tanımı bir yolu çağrıştır. Bu yol boyunca bebeklikten yaşlılığa kadar yürürüz ama sekiz ayrı nokta da önümüzdeki yol çatallaşır. İlerlemek için ikisinden birini seçmek zorunda kalırız.


Psiko-sosyal gelişim kuramın özellikleri...


Erikson’un modelinde bu çatallanmalar kişilik gelişimindeki dönüm noktalarını temsil eder.


Erikson bu noktalara bunalım der. Bu bunalımları nasıl aşacağımız kişilik gelişimimizin alacağı yönü belirler ve bu ileriki bunalımları aşma biçimimizi etkiler.
Bunalımları atlatmak için önümüzde var olan iki alternatiften biri; kişinin uyum sağlamasına katkıda bulunur; diğeri bulunmaz.

Erikson’un kuramının dayandığı temel düşünceler şunlardır:


• Genel olarak insanların temel ihtiyaçları aynıdır.


• Benlik ya da egonun gelişimini temel ihtiyaçların karşılanmasıyla oluşmaktadır.


• Gelişim dönemler halinde meydana gelir.


• Her dönem gelişim için fırsatlar sağlayan bir krizle veya pisikososyal problemle nitelenir.


• Farklı dönemler bireyin güdülenmesinde farklılıklar oluşturur.


• Erikson (1968); yaşam içerisinde her bireyin savunmasızlığın arttığı ve potansiyelinin yükseldiği bir dizi kriz ve dönüm noktasıyla karşılaştığını ifade etmektedir.


• Ona göre bu krizler; uygun bir şekilde çözüldüğünde kişilik gelişimine ve psiko-sosyal olgunluğa katkıda bulunurlar.


• Her kriz ya da aşama; bireyin gelişimini biçimlendiren ve kişiliğini değiştiren daha önceki kriz ya da aşamaların üzerine kurulmaktadır.


• Erikson’un pisikososyal gelişim kuramı çok yaygın kabul görmesine karşın; bazı eleştiriler de almıştır; öne sürdüğü görüşler genellikle kontrollü araştırmalara dayanmayan kişisel ve öznel yorumlardır.


• Bu kuram ile ilgili olarak yapılan bir diğer eleştiride çocukların bir dönemden diğerine nasıl geçtiklerinin yeterince açıklanmadığı konusundadır.


Psikososyal Gelişim Dönemleri ve Bu Dönemlerde Karşılaşılan Karmaşalar


(İNSANIN SEKİZ EVRESİ)

• 1. Güven-Güvensizlik
• bebeklik
• 0-1½ ; bebek; doğumdan yürüyene kadar

• 2. Özerklik-Utanç Şüphe

• Erken çocukluk
• 1-3 ; toddler; tuvalet eğitimi

• 3. Girişimcilik- Şuçluluk

• Oyun yaşı
• 3-6 ; okul öncesi; temel bakım

• 4. Başarı- Aşağılık duygusu

• Okul yaşı
• 5-12 ; erken okul dönemi

• 5. Kimlik-Rol Karmaşası

• Adolesan
• 9-18 ; ergenlik*

• 6. Yakınlık-Yalıtılmışlık

• Genç yetişkinlik
• 18-40; erken ebeveynlik

• 7. Üretgenlik- Durgunluk

• Yetişkinlik
• 30-65; orta yaş; ebeveynlik

• 8. Benlik Bütünlüğü-Umutsuzluk

• Yaşlılık
• 50+; old age; büyük anne-büyük babalık

Konunun Özeti:


• Başlangıçta S.Freud’un görüşleri istikametinde çalışmalar yapmış ise de Erikson sonraları inanın gelişim süreci konusunda Freud’un bazı yanılgıları olduğuna inanmıştır.

• Erikson’un kuramıyla Freud’un görüşlerinin uyuşmayan en belirgin yönleri şöyle özetlenebilir;

- İnsanın psikososyal evreler içinde gelişimini sürdürdüğünü ileri sürmesidir.
- Bireyin temel kişilik özelliklerinin salt yaşamın ilk beş yılına bağımlı olmadığını ve bireysel gelişimin bütün yaşam boyunca devam ettiği.
- Bireyin gelişiminde hem sosyal çevrenin hem de biyolojik temeli doğuştan getirilen bazı özelliklerin rolü olmasıdır.

• *Erik Erikson; Freud un kuramını ergenlikten sonra yaşlılığa kadar genişleterek sekiz psiko-sosyal gelişim dönemi tanımlamıştır.

*Erikson da Freud gibi gelişimde kritik dönemler olduğuna inanmaktadır. .
*Erikson a göre; insanın yaşamında belli başlı sekiz kritik dönem vardır. Her dönemde de atlatılması gereken bir kriz; bir çatışma bulunmaktadır; insanların sağlıklı bir kişilik kazanmalarında bu krizlerin ya da çatışmaların başarılı olarak atlatılması önem taşımaktadır.
*Bir evredeki krizin başarılı olarak atlatılması; kendinden sonraki evre için sağlıklı temeller oluşturur.

• Bireyin herhangi bir gelişim dönemindeki hedeflerini gerçekleştirebilmesi için; o dönemde karşılaşmış olduğu çalışmaların ya da karmaşıkların üstesinden gelmesi gerekir.


Gelişim dönemlerinde karşılaşılacak olan karmaşaların bir felaket olmadığını; buna karşın bireyin potansiyellerini gerçekleştirebilmesi için bunun hassas bir dönüm noktası olduğunu belirtir.

• Bireyin bu karmaşalarla başa çıkabildiği oranda daha sağlıklı bir kişilik yetiştirebileceğine inanılır. Böylece birey daha sonraki gelişim dönemlerindeki karmaşalarla da baş edebilmek için sahip olması gereken donanımı kazanmış olmaktadır.


• Çünkü; belli bir dönemde karşılaşılan karmaşaların çözümlenmesi ile benliğe yeni bir özellik katılmaktadır.


• Ancak bir dönemdeki karmaşalarla baş etmedeki başarısızlık sonraki dönemlerde tolere (telafi) edilebilir.

• Uygun çevresel şartlar; koşullar sağlandığında yaşanılan başarısızlıkların kişilik gelişimi üzerindeki örseleyici izleri silinebilecektir.


• *Eğer bir dönemdeki kriz tam olarak çözümlenemezse Freud un kuramında olduğu gibi birey; o döneme takılıp kalmaz. Ancak; yaşamının daha sonraki dönemlerinde de bu kriz devam eder; çözümleninceye kadar problem yaratır.


• Örneğin; bebeklik çağı krizi olan güvensizlik; ergenlik çağı krizi olan kimlik karmaşası bir çok yetişkinde de gözlenebilmektedir.


1)Güven ya da Güvensizlik


• Bu dönem Freund’un oral döneminin karşılığıdır ve yaşamın ilk yılı boyunca sürer.

Bebekte toplumsal güven duygusunun ilk belirtileri beslenme; uyku sindirim gibi işlevlerde düzen ve rahatlığın bulunuşudur.

• Bu dönemde bebek tümden alıcı bir yapıdadır. Dışarıdan verilecek besinler; uyaranlar ve uygun bakım olmazsa yaşamını sürdüremez. Bu “alıcı” yapıya karşı annenin “verici” oluşu karşılıklı bir düzen ve denge sağlamaktadır.


• Çocuğun rahatlığı yada tedirginliği; çevresinde kişilerin bulunup bulunmamasına; gereksinimlerinin karşılanıp karşılanmamasına bağlıdır.


• Alıcı organizma verici bir varlık sayesinde; zaman içinde; yalnız biyolojik bir almayı değil; toplumsal bir anlamı olan bir alıp vermeyi de öğrenir.


• İlk toplumsal işlev-örüntü budur. Doğal olarak tümden almayı bekleyen bir organizma karşısında vermeyi bilen ve buna hazır olan bir yetişkin insanın bulunuşu karşılıklı işleyen bir bütünü oluşturur.


• Annenin vermeye hazır oluşu ve bunu istemesi; onunda vericilikten bir şeyler aldığını gösterir.


• Böylece bebeğin ilk toplumsal başarısı; büyük kaygı ve öfkeye kapılmadan annesinin göz önünden silinmesine; bir süre uzak kalmasına dayanabilmesidir.


• Böyle bir başarı; bebeğin benliğinde varlığı artık kesinlik kazanmış bir annenin bulunduğunu gösterir. Anne bir süre gözden uzaklaşabilir. Fakat az sonra gelecektir.


• Gözden şu anda silinmesi tümden yok olması anlamında değildir.


• Düzenli alma verme ilişkisi bebeğin zihninde annenin sürekliliğini sağlar.


• Karşılıklı etkileşen bu iki organizmanın bütünleşmesindeki temel öğeler süreklilik; tutarlılık ve aynılıktır.


• İlişkide süreklilik vardır; sık sık değişmemektedir. Bakım biçimi toplumun gereklerine ve olanaklarına göre bir tutarlılık içindedir. Bebeğin zihninde oluşan imgesel kişilerle ona bakım veren kişiler aynı kişilerdir.


• Yani artık sürekliliği; tutarlılığı ve aynılığı olan kişiler bebeğin ruhsal yapısını içselleştirmişlerdir. Ruhbilimindeki nesne sürekliliği (object constancy) kavramının bebekteki oluşumunu Erikson bu şekilde açıklar.


• Anne çocuk ilişkisindeki bu süreklilik; tutarlılık ve aynılık çocukta “temel güven duygusunun” özünü oluşturur.


• Bu duygu bir yandan çevrenin güvenini yansıttığı gibi; bir yandan da kendi benliğinin süreklilik ve aynılık taşıyan; bakılmağa değer bir varlık olduğunu gösterir.


• Yani hem çevre; hem kendi varlığı güvenilir durumdadır.


 Erikson’un görüşünü şöyle de özetleyebiliriz:


• “Çevremdekiler; bana bakıyor; veriyor; varlığımı tanıyor. Onların sürekli; tutarlı ve aynı kişiler oluşu güvenilir kesinliktedir. Bende verilmeğe; bakılmağa değer; güvenilen bir varlığım.”


• Kuşkusuz bebeğin böyle bir değerlendirmeyi duygusal ve bilinçsel düzeylerde yaşayıp yaşamadığı bilinemez.


• Bunları ancak sözcük öncesi (preverbal) duygular; seziler; fizyolojik algılar olarak düşünebiliriz. Bu evredeki çocuk sanki kendi varlığını kendisine verilenlerle eş tutmaktadır.


• “Ben bana verilenim” (I am what I am given).


• Bu dönemin tehlikesi çocuğun yeterli güven duygusu kazanamayışı ve temel güvensizlik çekirdeğinin oluşumudur.


• Böyle bir durumun örnekleri aile içinde büyüme olanağı bulamayan çocuklarda görüyoruz.


• Çocuğa çok iyi bakım veren; fakat bakıcılarda süreklilik ve aynılık bulunmayan çocuk yuvalarında en önemli sorun temel güven duygusunun gelişmemesi ya da yıkılmasıdır.


• Temel güven duygusunun yaşam boyu zayıf oluşu yetişkin kişide şizoid yada depresif türden içe kapanmada görülebilir. Bu tür bozukluklarda sağaltımın birinci koşulu temel güven duygusunun yeniden sağlanabilmesidir.


Temel güven ve güvensizlik arasındaki çatışmanın çözümü için gerekli davranış örüntülerinin geliştirilmesi benliğin ilk görevlerinden biridir.

• Bu; aynı zamanda annenin de ilk görevlerinden biridir. Ama burada şunu açıkça belirtmek gerekir ki; “bebeklik çağında elde edilen güven duygusunun niceliği; bebeğe verilen besinlerin ya da sevgi gösterilerinin niceliğine değil; daha çok anne çocuk ilişkisine bağlıdır.

• Ancak; bu dönemde en verici koruyucu çevrede bile; bebek değişik derecelerde örseleyici durumlarla karşılaşır.


• Bu örseleyici durumlar; kimi kez çevresel; toplumsal; ekonomik koşullar nedeniyle ortaya çıkar. Çoğu kez de bebeğin kendi doğal gelişme sürecinde belirir. Örneğin dişlerin çıkması ile bebeğin artık anne sütünden kesilmesi.


• Bu gelişme ile anne çocuk bütünlüğü artık değişmekte; bu bütünlük en azından anneye sarılabilme; anne kucağında geçirilen vakit bakımından bozulmaktadır.


• Bu tür örseleyici olaylar her kişide bir temel güvensizlik duygusunun da çekirdeğini oluşturmaktadır. Önemli olan; aradaki dengenin sağlanması; çocuğun kendi benliğini ve çevresini daha güvenilir olarak algılayabilmesidir.


2)Özerklik ya da Utanç ve Kararsızlık


• Freund’un anal döneminin karşılığı olan bu dönem ikinci ve üçüncü yılları kapsar.


• Birinci yaşın sonuna doğru çocuğun kas ve hareket dizgesi hızla gelişir. Ayağa kalkmak ve yürüyebilmek; çocuğun anne kucağından çevreye doğru uzanması; yatay ve bağımlı var oluştan; dikey ve hareketli; özerk varoluşa geçişin ilk adımlarıdır.


• Hareket dizgesinin gelişmesi yanı sıra; çocukta işeme ve dışkılama işlevlerini gören büzgeç kaslar olgunlaşmaktadır.


• Büzgeç kaslarının olgunlaşması işeme ve dışkılamanın artık isteğe bağlı olarak yapılması demektir. Yani çocuk isterse tutabilir; isterse bırakabilir. Böylece birbirine karşıt iki istek; iki eğilim ortaya çıkar.


• Çocuk; birbirine karşıt iki eğilim arasında bir seçim yapabilme durumuna girmiştir.


• Bu durum; insanoğlu için yepyeni bir yetinin gelişmesi demektir; istemek ya da istememek; yapmak ya da yapmamak İşte özerklik duygusu birbirine karşıt istek ve eğilimler arasında bir seçim yapabilme gücüdür.


• İşeme ve dışkılamayı isteyince tutabilme ya da bırakabilme; giderek toplumsal anlam taşıyan bir çok davranış örüntülerine de geçer ve genelleşir. Çocuk; iki tür toplumsal işlev-örüntü ile denemeler yapar: tutmak; bırakmak.


• İlk toplumsal işlev-örüntü almak; almayı bilmekti. Bu evrede ise birbirinin karşıtı iki davranış örüntüsünün geliştiğini ve ilişkilere yansıdığını görüyoruz: İnsanları; eşyayı; parayı; alışkanlıkları; sevgiyi vb. tutmak; bunlara tutunmak ya da bunları bırakmak; bırakabilmek. Tutmak ve bırakmanın toplumsal uyum için bir çok olumlu yönleri yanı sıra; olumsuz yönleri de gelişebilir.

• Örneğin tutunmak; kin; yıkıcılık ve saldırganlıkla yüklü; kısıtlayıcı bastırıcı bir tutuculuk eğilimi ile belirgin olabilir. Bırakmak da kırıcı; yok edici eğilimleri kolayca ortaya sermek ya da rahat bir bırakıcılık ve boş verme biçiminde belirebilir.

• Çocukta bu evrede birbirine karşıt eş-anlı iki eğilim arasında bir seçim yapabilme yetisi gelişmektedir.


• İşte bu evrede; dışarıdan yapılacak denetim ve öğretiler; çocuğun seçim yapabilme yetisini aşırı uçlara götürmeyecek biçimde güven verici olmalıdır.


• Yoksa yapılan seçim inatçı bir tutmaya ya da istenilmeyen yer ve zamanda öfkeyle bırakmaya yol açabilir.


• Örneğin çocuk kakasını inatla tutabilir; ya da bunları öfkeyle fırlatırcasına bırakabilir.


• Bu evrede ana-babanın kesin ve tutarlı davranışları çocuğun seçim yapma yetisini; özerkliğini zedelememelidir.


• Çocuk içinde bulunduğu toplumun beklentilerine göre bir şeyleri yapmayı; örneğin kakasını; çişini uygun zaman ve yerde bırakmak üzere tutmayı öğrenirken; ağır utandırmalar ve cezalarla karşılaşırsa utanç ve kuşkuculuk duyguları yerleşir.


• Böylece bu duyguların etkisi ile “seçim” yapabilme ve “istenç” (irade) yetilerinin gelişmesi kösteklenebilir. Bu devredeki tehlike utanç ve kuşkuculuk duygularının aşırı gelişmesidir.


• “Utanç duygusu; uygar dünyada; daha çocukluğun erken dönemlerinde suçluluk duygusu ile karışmaktadır. Bu nedenle de yeterince incelenmemiştir.


• Utanç duygusu kişide göze görünmemek; bakıldığında yüzünü örtmek; yerin dibine geçmeyi istemek biçiminde algılanır.


• Utanç duyan kişide aslında kendine yönelik bir öfke vardır.


• Kuşku ise utancın kardeşidir. Çocuğun dışkı kontrolünün başkalarınca denetlenmesi ve bunun süreklilik göstermesi çocukta kuşku yaratacaktır.


• Çocuk aşırı denetlenerek özerklik duygusunun gelişmesi engellenebilir. Böyle bir durumda utanç ve kuşkuculuk kaçınılmaz olur.


• Tuvalet eğitimi sırasında; çocuğun tuvalet ihtiyacının olup olmadığının sürekli denetlenmesi onda başkaları tarafından denetleniyor olduğu bilincini pekiştirir. Bu da yetişkin yaştaki saplantı (obsession) kuşkuculuğuna ya da paranoid korkulara zemin hazırlayabilir.


• Bu evrede; çocuk birbirine karşıt duygu ve eğilimler üzerinde giderek bir denge kurmayı seçim yapabilmeyi ve irade yetisini geliştirir.


• Özetle; özerklik duygusu bireyin yalnızca ayrımlaşmış bir varlık olduğunu algılaması değildir. Aynı zaman da karşıt dürtü ve eğilimler arasında bir seçim yapabilmesi; benlik saygısını yitirmeden; utanç ve kuşkuya kapılmadan kendi kendisini denetleyebilmesidir.


• Toplum içinde “yasa ve düzen” ilkesini de özerklik ve istenç duygusuna bağlamıştır.


3-Girişimcilik-Suçluluk


• Bu dönemde çocuk artık büyüklerin arasındadır ve bahçe;sokak;anaokulu gibi yeni yaşam alanlarına açılır.


• Kendi başına öğrenmeye başlar;bir şeylerin ardından gider ve merakla inceler.


• Kendi başına girişimlerde bulunur.


• Çocuğun bu konuda gelişebilmesi ;girişimlerinin ne denli desteklendiğine ve merakının giderilmesinde ona ne oranda yardımcı olunabildiğine bağlıdır.


• Eğer davranışlarından ve ilgilendiği konulardan ötürü eleştirilirse;bulunduğu girişimlerden ötürü suçlanma eğilimi gösteren bir kişilik özelliği geliştirir.


• Erikson’a göre çocuğun motor ve dil gelişimi;onun fiziksel ve sosyal çevresini daha fazla araştırmasına;daha atılgan olmasına olanak verir. Çocukta girişkenliğin artmasıyla;problem olan davranışları da artar.


• Ancak gerek ana-babalar;gerekse okulöncesi eğitim kurumlarındaki öğretmenler çocuğun koşmasına; oynamasına; kaymasına; atmasına izin vermelidir ki çocukta girişkenlik duygusu gelişebilsin.


• Çocuğun kendini keşfedebilmesi için; gerekli yaşantıları kazanmasına olanak sağlamak gerekir.


• Doğal merakından dolayı çok sık azarlanan ve engellenen çocukta; suçluluk duygusu gelişmektedir.


• Girişkenliği ebeveynleri;öğretmenleri tarafından cezalandırılan çocuk; gerek bu dönemde gerekse yaşamın gelecek dönemlerinde yaptıklarının yanlış olduğunu düşünüp suçluluk duyabilir.


• Ancak;çocuğun her yaptığı şeyin onaylanması da ahlak gelişimini olumsuz etkileyebilir.


• Bu durumda; çocuğun yapması ve yapmaması gerekenler konusunda bir denge kurularak girişkenlikleri desteklenmelidir.


• Bu dönemdeki çocuklar cinsiyet farklılıklarını da keşfetmeye başladıklarından cinsellikle ilgili konuları merak etmeye ve sorular sormaya başlarlar.


• Çocukların bu soruları yüzünden azarlanması; korkutulması sonucunda; çocuklar bu konuları merak etmenin bir suç olduğunu düşünerek; bu yüzden suçluluk duyguları geliştirebileceklerdir.

• Tam tersine çocukların sorgulamalarına olanak sağlayan sevecen ve ilgili ana-baba tutumları; çocuklarda girişimciliğin desteklenmesine yardımcı olacaktır.

• Girişimciliği engellenmiş;suçluluk duyguları gelişmiş olan bu dönem çocukları daha ürkek; pasif;bağımlı olabilmekte ve yoğun yetersizlik duyguları gösterebilmektedir.


• Örneğin;kendisine ait bir evcil hayvanın bakımı ve beslenmesi; oyuncaklarının muhafazası ve oyun bitince yerlerine yerleştirilmesi gibi davranışların öğrenilmesi çocukta sorumluluk duygusunun gelişiminde yararlı olur.


• Sorumluluk duygusu geliştirebilmiş çocuklar ise daha kontrollü hareket ederler ve daha özerk davranışlar gösterebilirler.


4-Başarılı Olma-Aşağılık


• Bu dönemde çocuk; yaşantılarından bazı sonuçlar çıkarabilecek biçimde düşünmeye başlar; yetişkinlerin kullandığı alet;araç vb. şeyleri kullanma denemelerine girişir.


• Sürekli etkinlik durumundadır; bir yapar oluşturur ve ortaya çıkarır.


• Bunları kusursuz bir biçimde gerçekleştirebilmek için ciddi çabalar harcar.


• Eğer bu çabalarına karşı çıkılırsa; yaptıklarının değersizliğine inanır ve aşağılık duygularına kapılır.


• Bu dönemde çocuğun beceri kazanmasına ya da aşağılık duygularına kapılmasının tek nedeni ana-baba olmayabilir. Erikson; Freud’dan farklı olarak; okul yaşantısının da çocuğu bu yönde etkilediği görüşündedir. Ana-babanın sağlayamadığı destek bazen okuldan gelebileceği gibi; evinde ana-babası tarafından beceri kazanmaya teşvik edilen çocuk; okulda kendine olan saygısının azalmasına neden olabilecek öğretmen tutumlarıyla karşı karşıya kalabilir.


• Öğrendikleriyle ;başardıklarıyla çevresinde beğeni ve takdir toplamak bu dönemde vazgeçilmez bir gereksinim olmuştur. Bu nedenle gerek öğretmenlerin gerekse ana-babaların çocuğun başarı gereksinimini doyurabilmesinde hayati bir önemleri bulunmaktadır.


• Çocuğun başarılı olma isteğinin karşılanmasında ; onların yapamayacakları becerilerden ziyade yapabilecekleri beceriler üzerinde yoğunlaşılmalıdır. Çocuktan yeteneğinin üzerinde bir başarı göstermesini bekleyerek sonuçta başarısız olarak değerlendirmek yerine; kendi gücüne uygun düşen sorumluluklar yükleyerek başarılı kılmak en doğru davranış olacaktır.


• Böylece ana-baba ve öğretmenlerince başarıları desteklenerek başarma güdüsünü doyurabilen bir çocuk; “Ben başarılıyım”; “yapabiliyorum” dedikçe kendine güveni daha da artacak ; bu durumun doğal bir sonucu olarak giderek daha fazla çalışacak daha fazla başaracak; sonuçta çalışmaktan ve başarmaktan zevk alan bir kişilik özelliği geliştirebilecektir.


• Buna karşın yapabildikleriyle bir türlü yetişkinlerin beğenisini ve takdirini kazanamayan; kendisini başarılı bulsa bile; ana-babasının farklı ve üst düzeydeki başarı beklentileriyle karşı karşıya kalan çocuk; yetişkinlerin bu davranışları doğrultusunda kendini yetersiz ve başarısız olarak algılayacaktır. Bu durumda çocukta aşağılık ve yetersizlik duygularının hakim olduğu bir kişilik yapısı oluşturacaktır.


• Bu dönemde çocuğu evde kardeşleriyle yada komşu –eş-dost çocuklarıyla; okulda da diğer arkadaşlarıyla kıyaslamak onda olumsuz benlik gelişimine neden olur. Çocukta yetersizlik ve aşağılık duygularının oluşmasının yanı sıra kıyaslandığı kişilere karşı düşmanlık ve kıskançlık hislerinin gelişmesine de kaynaklık edebilir.

5-Kimlik kazanma-Rol karmaşası

• Erikson’un psikososyal gelişim dönemlerinin son dördü; ergenlik; yetişkinlik ve yaşlılık yıllarını kapsamaktadır ve bu dönem yaşanan karmaşaları tespit etmektedir. Bunlardan ilki ergenlik yıllarına denk düşen “kimlik kazanmaya karşı kimlik bocalaması” olarak adlandırılır. Erikson kimlik kazanma ile ; bireyin kimliğine ilişkin olumlu bir duygu içinde bulunmasını kastetmiştir.Ergenlik döneminden kimliğini kazanarak çıkmış olan birey; kim olduğu na; nerede ve nereye gitmekte olduğuna ilişkin gerçekçi görüşler geliştirmiştir ve geleceğe doğru planladığı gibi emin adımlarla ilerlemektedir.


• Yaşamın bu döneminde ergen ; kişiliği için bir kimlik geliştirmeye çalışır.Bu dönemde dış görünüm önem kazanır.Görünümüne gösterdiği ilgi benliğin oluşmasına yardımcı olur. Kimliğini arayış çabası içinde; kahramanlara; dini konulara; öğreti ve ideolojilere; karşı cinsten kişilere ilgi duyar ve tutkunluk gösterir.Kararsızlık ve şaşkınlık bu dönemdeki gençlerin dayanışma grupları oluşturmasına neden olur. Bu dönemde ergen ; çocuklukta öğrenmiş olduğu kurallarla; yetişkinin geliştirmesi gereken değer yargıları arasında bocalar.


• Bireyin olumlu bir kimlik duygusu geliştirebilmesinde daha önceki gelişim dönemlerinde kazanmış olduğu kişilik özelliklerinin önemi büyüktür. Bununla birlikte gerek ana-babalar ve öğretmenler gerekse gencin çevresindeki diğer önemli gördüğü bireyler; ergenlerin yeni yeni rolleri araştırmalarına izin vermeli; bu tür yeni rollerin sağlıklı bir biçimde araştırılması ile yaşamlarında daha olumlu yönelimlerle daha olumlu bir kimliğin başarılabileceğini unutmamalılar.


• Yukarıdaki söylediklerimize ek olarak ergenlik döneminde ben merkezci düşünce yeniden başlar “Ergen Egosantrizmi”. Kendi düşünce ve inançlarının en doğru ve en orijinal olduğunu sanır. Ergen herkesin kendisini izlediğini ve kontrol etmek çabasında olduklarını sanır. Herkes benimle uğraşıyor diye düşünür.

6-Yakınlık- Yalıtılmışlık

• Yaklaşık olarak 18-26 yaşlarını kapsar.Ergenlik döneminde kimliğini bulan kişi bu dönemde artık başkalarıyla yakınlıklar;dostluklar kurabilir.Karşı cinsle arkadaşlıkta;sevgi ağırlık taşır. Gencin yaşamında evlilik ve iş kariyeri önemli hale gel