Oyun; çocukluğumuzdan bu yana kendi kendimizle ya da başkalarıyla birlikte uygulayıp keyif aldığımız; yaşamımızın değişik dönemlerinde büründüğümüz yeni ve farklı rollerle kendimizi farklı düzlemlerde ifade ettiğimiz bir eylemdir. Hollandalı kültür tarihçisi Johan Huizinga’ya göre; “oyun anlam bakımından zengin bir işlevdir. Oyunda; yaşamın doğrudan gereksinimlerini aşan ve eyleme anlam katan bağımsız bir unsur rol ‘oynamaktadır.’ Bu anlamda; her oyun bir anlam taşır. Eğer; oyuna bir öz yükleyen bu faal ilkeye zihin dersek aşırıya kaçmış oluruz; eğer ona içgüdü dersek; hiçbir şey söylememiş oluruz. Hangi açıdan ele alınırsa alınsın; oyunun bu “kasıtlı” karakteri; özünün içinde yer alan maddi olmayan bir unsurun varlığını ortaya koymaktadır.” (Huizinga; 95).
Oyun kavramı için çeşitli açıklamalar yapılmıştır; kimi oyunu bir boşalma; enerji fazlasının atılması; kimi çocukların acıyı hissetmemek için geliştirdikleri fiziksel bir güdü; kimi de taklit içgüdüsünün doygunluğunu sağlayan bir olgu olarak tanımlamıştır. Başka bir görüşe göre de; insanın doğuştan getirdiği rekabet; üstün gelme; kazanma içgüdüsü oyunu ortaya çıkarmıştır.
İnsanoğlu ilk önce kendisiyle; elinin ya da ayağının parmaklarıyla oynamış; daha sonra arkadaşlarıyla; en sonunda da ilişki ve iletişim içinde olduğu tüm bireylerle oynamıştır. Bu etkinlik; tüm bir yaşam boyu devam eder gider. Friedrich Schiller; bu olguyu “insan; yalnızca oynadığı zaman tam bir insan varlığıdır” sözüyle özetlemiştir.
Huizinga; çeşitli kültür biçimlerinin oyundan kaynaklandığını; bu nedenle; oyunun kültürden daha eski olduğunu düşünür. Gerçekten de; oyun ilkel insanın yaşamı ve doğayı öğrenmekte kullandığı ilk eylemdir. Hayvanlarda olduğu gibi insan yavrusu da kendisini ve çevresini oyunla öğrenir ve bundan çok hoşlanır.
Oyunlar insanların yaşam biçimlerinden kaynaklanır ve gerçek yaşamdan farklı bir biçimde ortaya çıkar. Bu anlamda oyun; yaşamla ilgili önemi ve toplumsal işlevi olan bir etkinlik biçimidir. İnsanoğlu; yaşamı boyunca içinde yer aldığı aile; arkadaşlık ve iş çevresi gibi ortamlardaki konumunu; bu konumlara uygun ilişki ve davranış biçimlerini; içinde yer aldığı oyunlarla öğrenir.
Oyun; zeka ürünüdür. Oyun oynayan insanın ya da hayvanın zeka düzeyi; oyunun düzeyini ve kalitesini belirler. Zeka düzeyi ne kadar yüksekse; oyun; o kadar çeşitli ve karmaşık olur. Bunun doğal bir sonucu olarak; doğadaki en zeki varlık olan insanın yarattığı tüm oyunlar çeşitlilik; derinlik ve karmaşıklık düzeyinde hayvanlarınkinden çok daha çekici; yaratıcı ve renklidir.
İnsan; homo ludens’dir. Yani oynayan insandır. İlk çağlardan bu yana kendisini; çevresini; kendisi ile çevresi arasındaki ilişkileri oyun oynayarak; oyun içinde öğrenir. Uygarlığın gelişmesiyle birlikte ortaya çıkan; insanın homo sapiens yanı; yani düşünen insan olması; oynadığı hayvansı basit oyunları çeşitlendirmesini; zenginleştirmesini; zekanın parlak ürünleri haline getirmesini sağlamıştır. Tarihin Antik Dönem diye nitelenen bu sürecinde; metafiziğin; felsefenin ve bir felsefi yöntem olarak sorgulamanın; yanıt aramanın ve tartışmanın önem kazandığı çağlarda; fikir jimnastiği denilen düşünce oyunları oynanmaya başlamıştır. İnsanın homo Ludens ve homo sapiens olarak nitelenen bu iki özelliğine Sanayi Devriminin yaşandığı çağlarda homo faber; yani çalışan insan denilen üçüncü özelliği eklenmiştir. Böylelikle; insanın oynayan; düşünen ve çalışan yanlarıyla birbirini tamamlayan bir sentezin ürünü; sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Köylü; kentli; zengin; yoksul her çocuk bulunduğu yerin ve zamanın etkisi altında oyun oynamıştır. Mısır’da; İran’da yapılan kazılarda türlü oyuncaklar bulunmuş; eski Girit uygarlığının kalıntılarında bebeklere; oyuncak ve ev eşyalarına rastlanmıştır (Gander; Gardiner; 1933). Eski Çin kaynaklarına göre uçurtmanın 3000 yılı aşkın geçmişi vardır.
Çocuk oyunlarının tarihi; insanlık tarihi kadar eskidir. Eski Mısır’da çocuklar tahta bebeklerle; tahtadan yapılmış timsahlarla oynarlardı. Romalı çocuklar çember çevirir; araba ve top oyunlarıyla oynarlardı. Ortaçağ’ın Avrupalı çocukları babalarının zırhlı giysilerini; miğferlerini anımsatan giyim kuşamları sever; ellerine tahtadan haçlar alıp askercilik oynarlardı. Ortaçağ’dan kalma oyuncakların hepsi usta ellerden çıkma nesnelerdir. Türklerde çocuk oyunları ise her çağda; tekerlemeli ve türkülü oyunlar (3-7 yaş); çalgılı oyunlar; çalgısız ve türküsüz (eşliksiz) oyunlar olmak üzere üç bölüme ayrılmıştı.
Tarih boyunca pek çok filozof ve eğitimci oyun üzerine görüş bildirmişlerdir.
Eflatun (İ.Ö. 427-347); Devlet ve Protagoras adlı yapıtlarında; Çocuğun eğitiminin beden eğitimi ve ruh eğitimi olmak üzere iki alanda birden yapılması gerekliliğini önermiştir. Bedensel eğitim açısından oyunun eğitsel önemine değinerek “Çocuk oyunla büyümelidir.”demiştir.
Matin Luther (1483-1546); çağdaş eğitimci Bugenhagen (1485-1558) ile Almanya’nın okul sistemini bir düzene koymaya çalışmıştır. İtalya’da yaygın bir durum olan hümanist akımın Alman halk yaşamına da etki etmesi için uğraşmıştır. Ortaçağ manastır okullarının yönetici ve eğitimcilerinin; beden düşmanlığı konusundaki katı tutumlarına karşılık; bedenin önemini; bakımını ve geliştirilmesini öne süren okul yönetmeliklerinin düzenlenmesinde etkili olmuştur.
Michel de Montaigne (1533-1592); bir yapıtında kavrayışsal (zihni) öğretime çok önem verilmesini eleştirerek “Benim öğrencim edindiği bilgileri kuru kuruya yinelemekle kalmayacak; aynı zamanda onları uygulayabilecektir.” diyerek edinilen bilgilerin yaşam alanına aktarılmasını önermiştir. Yüzyıllar boyunca; yetişkinlerde genellikle şu inanç egemen olmuştur; Oyun; çocuğun eğlenmesine; oyalanmasına yarayan amaçsız bir uğraştır. Oysa Montaigne bu ters tutuma karşı çıkmış ve şöyle demiştir: “Çocukların oyunu; oyun değil; onların en gerçek uğraşıdır.”
Johann Amos Comenius (1592-1671); oyuna ve çocuğun yaşam deneylerine önem veren ilk eğitimcilerden biridir. Sağlam bir beden sahibi olmanın gereğine değinmiş; çocuk için besin düzeni; uyku ve temiz havanın değeri üzerinde durmuştur. Eğitimde; çocukların birbirlerine göre taşıdıkları bireysel ayrılıklara da önem veren bu eğitimci; yaşlara göre düzenlenen izlencelerde çocuğun ilgi ve gereksinimlerinin de göz önünde bulundurulması görüşünü ileri sürmüştür. “İnsanın zihni düşünmeye; dili konuşmaya; eli de bir şeyler yaratmaya yarar.” Diyerek işin ve dolayısıyla işi oluşturan el etkinliklerinin önemini belirtmiştir.
John Locke (1632-1704); 1693’te yazdığı “Eğitime Dair Düşünceler” adlı yapıtında; bütün eğitimcilerden ilgilerini çocukların sağlıklarına yöneltmelerini istemiştir. “Derslerin daha çekici olmasını istiyorsanız çocuğun ilk yaşlardaki oyun içgüdülerinden faydalanınız.” Jean Jacques Rousseau (1712-1778); Emile adlı eseri ile çocuk eğitimine dair o güne kadar varolan anlayışı temelinden sarsmıştır. Ona göre çocuk arı ve temiz doğar; giderek toplumun etkisiyle yörüngeden çıkar. Rousseau; elişleri aracılığıyla çocuğa; hesaplama ve düşünme yeteneği aşılandığını; el işlerinin tüm eğitimi etkileyen bir etkinlik olduğunu söylemiştir. “Çocuğun bedenini her zaman işletiniz; bedenen güçlü ve sağlıklı olan bir çocuk fikren de gelişir.”
Friedrich Fröbel (1782-1852);oyunun çocukluk dönemindeki önemini en iyi gören eğitimcilerin başında gelir. Anaokulu alanında yaptığı yeniliklerle tanınmıştır. 1837’de açtığı Çocuk Bahçesi “Kindergarten” de kendi yöntemini kullanmıştır. Ona göre çocuk oyun oynamak gereksinimindedir. Bu nedenle çocuğa her şey oyunla daha iyi öğretilebilir. Çocuk tensel ve tinsel gelişimini oyunla sağlar. “Oyun çocuğun tüm yaşamını belirleyen çekirdektir. Oyun okul öncesi dönemde çocuğun en katıksız; en çok ruhsal doyum sağlayan uğraşıdır.”
Sigmund Freud (1865-1939); oyunun kişilik gelişimine katkısını göstermiştir; çocuğu tanımada değerli bir araç olduğunu ortaya koymuştur. Bu önemli gelişme; çocuğun ruhsal uyumsuzluklarının sağaltımında en etkili yöntem olan oyunla sağaltımın doğmasına yol açmıştır. “Çocuğun oyunu; düşler ve sinirsel belirtiler gibi anlamı olan davranışlardır.”
Maria Montessori (1870-1952); 20. yüzyılın başında Montessori Çocuk Yuvası “Casei de Bambini” adıyla Roma’da bir okul açmıştır. Çocuğun devinimlerini; çabalarını; alıştırmalarını; deneyimlerini ve çalışmalarını oyun değil de iş olarak tanımlar. “Çocuk etkinliğe can atar. Eğer ona etkinlik olanaklarını sağlarsak mutluluk veririz. Bu etkinlik faydalı olursa onun etkinlik gereksinimi kargaşalık yaratacağı yerde bir iş yaratmış olur.”demiştir.
Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tiyatro Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Metin And; oyununun kültüre bir geçiş; çocuk oyunlarının da onların yetişkinlerin dünyasına katılmalarını sağlayan bir yol olduğunu söylemiştir. “Oyun; çocuğun tımarıdır. Oynamayan tay at olmaz. Oynamayan çocuk; toprağa hayırlı olmaz. Abdal düğünden; çocuk oyundan usanmaz.” gibi deyim ve atasözleri tarihler boyunca oyuna verilen önemi anlamak bakımından önemlidir.
Oyun kuramları incelendiğinde en eski kuram; oyunun dinlenme gereksiniminden kaynaklandığını ve yorgunluğu gideren bir faaliyet olduğunu savunan kuramdır. Sonraları; ilk gerçek oyun kuramını ortaya atan; Herbert Spencer olmuştur. Spencer; oyunu fazla enerjinin harcanması olarak nitelendirmiştir; böylelikle gerginliğin azalacağını savunmuştur. Spencer’e göre; sağlıklı çocuklar; zayıflara oranla daha çok oynamaktadırlar.
Haeckel’e göre; çocuk kısa bir süre içinde ırkının geçirdiği evrimden geçerek gelişmektedir. Bu “ biyogenetik yasa” ya göre; çocuğun oyunları da; eski kuşaklardan kalan faaliyetlerin bir parçasıdır.
Stanley Hall; çocuğun evrimiyle toplumun evrimi arasında bir ilişki kurmuştur. Hall’ın “recapitulation (tekrar) kuramı” na göre; birey yaşamı boyunca; daha önce kendi türünün geçirmiş olduğu gelişme seyrinin aynısını geçirecektir. Oyun; bunun açık seçik bir belirtisidir.
Karl Groos; 20. yüzyılın başında ortaya attığı kuramında; oyunun gerçek yaşama alışma egzersizi olduğunu belirtmiştir. Oyunu; bireyin günlük yaşama alışması olarak tanımlamaktadır. Oyun; bireyi günlük yaşamında karşılaşacağı zorluklardan korumak üzere işlev görmektedir. Groos; çocuktaki kavga gibi ilkel (saldırganlık) eğilimlerinin oyun yoluyla boşalabildiğini kabul etmektedir.
Kathleen Karr’a göre; oyun; bedenin gelişimini sağlayan; uyarıcı bir etkendir. Bazı alışkanlıklar oyun yoluyla yinelenirken öğrenilir. Karr’a göre; oyunun bir de arındırma işlevi vardır. Oyun; bireyde varolan anti-sosyal eğilimleri arındırmaktadır. Zararlı olan bu eğilimler; oyun yoluyla kanalize edilmekte ve yönlendirilmektedir.
Oyun; *Oyun; yaşama sevincinin dışa vurulmasıdır. Oyun; yaşamla birlikte var olan; gücünü; etkisini yaşamdan alan bir olgudur. * Çocukların en ciddi uğraşıdır. * En doğal öğrenme ortamıdır. Çünkü oyun; çocuğun duyduklarını; gördüklerini sınayıp denediği; öğrendiklerini pekiştirdiği bir deney alanıdır. * Çocuğun özgürlüğüdür. Oynayan çocuk kendi iç dünyasındadır; o dünyaya kendisi egemendir; kuralları kendisi koyar ve kendisi bozar. * Çocuğun yaratma ortamıdır. Kendi yaşantısını; dış çevrede algıladıklarını kendine özgü bir yorumda bütünleştirir. Anlaşılmaz ve karmaşık olayları oyun içinde elle tutulur bir duruma getirerek kendince anlamlı sonuçlar çıkarır. * En doğal anlaşma ortamıdır. Bir araya gelen iki küçük çocuk; daha birbirinin adını öğrenmeden oynamaya başlar. Çünkü oyun onların ortak dilidir. Birlikte oynayabilmek için oyuncakları paylaşmak gerekir. Oyunun çekiciliği üç yaşından başlayarak çocukları işbirliğine iter. Böylece oyun; çocuğun toplumsal bir varlık olarak gelişmesinde en doğal ortamı sağlamaktadır. * Çocuk için eğitici işlevi vardır. Evde kazanılan olumlu; olumsuz kişilik nitelikleri oyunda sınanmaktadır. Kendi hakkını korumak; başkalarının hakkını gözetmek; işbirliği ve paylaşma evde değil ancak oyun ilişkilerinde kazanılan toplumsal özelliklerdir. * Çocuğun gelişmesi ve kişilik kazanması açısından gerekli ruhsal besin niteliğindedir.
Okul Öncesi Çağı adı verilen dönem üç ile altı yaş arası; çocukluğun en önemli dönemlerinden biridir. Bu döneme oyun dönemi de denir. Çocuk bu dönemde konuşkan; cıvıl cıvıl; yaşam dolu bir varlıktır. Durmadan sorar: “Anne bu ne; baba bunun adı ne; neden; niçin?” sorularının sonu gelmemektedir. Söz dağarcığı büyümüş; anlatım gücü artmıştır. Durmadan konuşup sorduğu gibi; gün boyu yorulmadan; usanmadan oynamaktadır. Oyunlarında arkadaş arar; bu nedenle ikili; üçlü oyunlar başlar. Yaşıtlarıyla ilişki kurmaya; birlikte oynamaya ve paylaşmaya yatkındır. Toplumun küçük bir üyesi olma yolundadır.
Oyun döneminde kazanılan yetenekleri yaşa göre sınıflanırsa;
3 Yaş: Küplerden bir köprü kurabilir;
Ayakkabısını ayağına geçirebilir; düğmesini ilikleyip çözebilir;
Çizilen bir çemberi bakarak çizer;
Soyadını söyler. Kız veya oğlan olduğunu bilir ve söyler;
Söylenen üç sayıyı ezberden yineler;
“Benim bir bebeğim var” gibi kısa cümleleri yineleyebilir. 4 Yaş: Bir kareyi kalemle kopya edebilir. Bir artı işareti çizebilir;
Bir kağıdı köşeden katlayabilir;
Söylenen sayıyı yineleyebilir;
Dört nesneyi veya parmağı sayabilir;
Üç parçalı bir bul-tak bulmacasını yapabilir;
Uzun bir cümleyi yineleyebilir;
Acıkınca ne yaparsın? Uykun gelince ne yaparsın? Üşüyünce ne yaparsın? gibi soruları doğru yanıtlar. 5 Yaş: Bir üçgen çizebilir;
Çöpten insan resmi çizebilir;
Yaşını bilir. Sabahı akşamı ayırır;
Dört rengi yanlışsız bilir;
Ayakkabı bağcıklarını bağlar;
Dört parçalı bir bul-tak bulmacasını yapar; on küple bir kule yapar. 6 Yaş: Paraları tanır;
Sağ elini; sol kulağını; sağ gözünü gösterebilir. On parmağını yanlışsız sayabilir. Başı; kolları; gövde ve bacakları olan bir insan resmi çizebilir.
Okul Öncesi döneminde oyun; çocuğun beden ve psiko-motor gelişimi; sosyal ve duygusal gelişimi; zihin ve dil gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır.
Oyun; çocuğun büyük ve küçük kaslarını geliştirir. Çocuklar oyun oynarken; her türlü devinimi doğallık içinde yaparlar. Devinimli oyunu ilk kez oynayan çocuk; bir yandan zihniyle öğrenirken bir yandan da kaslarıyla öğrenmektedir. Aynı oyunu her oynayışta; hem zihin hem de kaslar o oyuna ilişkin devinimleri; zihnini fazla kullanmadan; kas belleğinin yardımıyla kolayca yapabilir. Örneğin; bisiklete ilk kez binen bir çocuk; dengede nasıl duracağını ve ayaklarını nasıl kullanacağını bilemez. Öğrendikten bir süre sonra ise; denge sağlanmış; zihin ve ayaklar ne yapacaklarını öğrenmişlerdir. Devinimler kendiliğinden ve zorlamasız biçimde peş peşe sıralanır. Özellikle mücadele oyunları içerisinde çocuklar sürekli olarak koşmak; zıplamak; tırmanmak; çekmek; itmek; boğuşmak; taşımak kısaca vücut özellikleriyle mücadele etmek durumundadırlar. Bu mücadelede çocuğun içerisine girmiş olduğu hareketlilik öncelikle solunum; dolaşım sindirim sistemini olumlu etkilemektedir. Ayrıca iç salgı bezlerinden daha fazla salgılama yapılmasına katkıda bulunarak gelişmesini hızlandırmaktadır. Her şeyden önce; hareket ihtiyacını karşıladığı beslenme yoluyla aldığı kaloriyi hareketle tükettiği için iştahının açılamasına dolayısıyla sağlıklı beslenmesine yardımcı olmaktadır. Hareketli oyunlar gelişme çağındaki çocuklarda; büyük ve küçük kas grupları; solunum sistemi; dolaşım sistemi; kemikler; eklem yapıları ve tendonlar; bağışıklık ve sinir sistemi gibi yapıların gelişmesine yardımcı olmaktadır. Aynı zamanda; açık havada oynanan oyunlar çocuğun güneşten ve temiz havadan yararlanmasını sağlayarak bedensel gelişimini hızlandırır. Güneş ve açık hava D vitamininin alınması açısından da önem kazanmaktadır.
Oyunun çocuğun psiko-motor gelişimine etkisi şöyledir; çocuğun gücünü arttırır; tepki yeteneğini geliştirir; büyük ve küçük kasların denetim altına alınmasını ve gerekli hızla kullanılabilmesini sağlar; organlar arasındaki eşgüdüm ve dengeyi sağlar; devinimlere çeviklik kazandırır ve bedensel esneklik kazanılmasına yol açar.
Olimpiyatların altın kızı olarak nitelenen Jimnastikçi Nadia Comaneci; 5 yaşında anaokulundaki etkinlik saatinde; sonradan antrenörü olacak olan Bela Karoly tarafından fark edilmiştir. Bela Karoly; anaokulunun bahçesindeki barların önünde koşan; zıplayan; tırmanan iki küçük kız görmüştür ve o andan itibaren çocuklarla ilgilenmeye başlamıştır. O zamanlar 5 yaşlarında olan kızlardan biri ünlü bir balerin olmuş; diğeri ise olimpiyatların altın kızı Nadia Comaneci olmuştur. Bu değerli sporcular; çocuk yuvasının ve okul öncesi eğitimin olanaklarında yeşeren çiçeklerdir (Candan; 1977).
Çocuğun duygusal ve sosyal gelişimi; onun bedensel ve zihinsel gelişimine ve yakın çevresiyle kurulan ilişkilerine göre biçimlenmektedir. Oyun; çocuğun fiziksel; zihinsel; dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesine fırsat vererek toplum içindeki sosyal rolünün; özdeşiminin ve kendini diğer bireylerden ayıran özelliklerin farkına varmasını sağlamaktadır. Çocuk oyun sırasında kendisini ve çevresiyle ilgili bilgileri ifade etme olanağı bulmaktadır.
Duygusal tepkileri denetim altına almak; çevredeki büyüklerin sürekli ilgisini beklemekten kurtulmak (benmerkezcilikten ayrılır); duygusal sorunları ortaya koymak; kendine güveni; sevinç ve hoşlanma duygularını geliştirmek; sevgi gereksinimlerinin karşılanması ve estetik beğenisinin gelişimi oyunun duygusal gelişime olan etkilerindendir.
“Murat; beş yaşında anaokuluna giden ve ilk aylarda çok iyi uyum sağlayan bir çocuk. Ancak son iki ayda öğretmenler Murat’ın durgunlaştığını; oyunlara katılmadığını ve arkadaşları ile ilişkiden kaçtığını gözlüyorlar. Ailenin dikkati çekiliyor ve çocuk ruh sağlığı kliniğine getiriliyor. Görüşmede aile Murat’ın; zaman zaman ağladığını ve hırçınlığını anlatır. Son bir buçuk aydır yatağını ıslatıyormuş ve bunun için de birkaç kez azarlanmış. Okula isteksiz gittiği için bir süre okula göndermemeyi denemişler ancak davranışlarında bir değişiklik olmamış. Görüşmede ayrıca Murat’taki değişmeden bir ay önce yeni bir kardeş doğduğu ve annenin hastalığı nedeniyle Murat ile ilgilenemediği ortaya çıkmıştır. Babanın da eve geç geldiği; Murat’ı ‘sen büyüksün’ diye sık sık azarladığı öğrenilmiştir. Anne kendisini sabırsız ve sinirli olarak tanımlamıştır. Murat’a yaşından büyük bir çocuk olarak davrandığını ve yardım beklediğini anlatmıştır. Murat’a düşkün babaannenin de evden ayrılmasıyla Murat’ın desteksiz kaldığı anlaşılmıştır.
Murat; oyun odasında oynarken ortada kalmışlık duygusunu doğrulayan bir oyun sergiledi. Oyuncak evin bir odasına üç oyuncak yerleştirdi ve bunların üç kardeş olduğunu; tek başlarına yaşadıklarını; anne ve babanın öldüğünü söylemiştir. Murat öyküsünde hem kendini yapayalnız hissedişini dile getirmekte hem de ana babaya karşı öfkesini açıklamaktadır.”Bu örnek olay gösteriyor ki; çocuğun oyun karşısındaki davranışı; çoğu kez kendi ruhsal durumunu yansıtmaktadır. Çünkü bu yaşta bir çocuk; böyle karışık duyguları sözle anlatamaz (Yörükoğlu; 1977).
Çocukların psikolojik sorunlarının sağaltımında sıklıkla kullanılan; bireyin kendini iyileştirme gücünü açığa çıkardığı düşünülen oyun terapisi; Axline (1969) tarafından geliştirilmiştir. Danışan merkezli bir terapi yöntemi olan oyun terapisinde yönlendirici olmayan terapistin; çocuklarla çalışırkenki rolleri şu şekilde özetlenmektedir (Ryan ve Wilson; 2000);
Öncelikli rolü; rahat; yasaklayıcı olmayan; serbest bir çevre yaratarak çocukla güven verici bir ilişki geliştirmektir. Müdahalede odak olarak terapistin seçimleri yerine; çocukların kendi etkinliklerini ve ilgilerini seçmeleri amaçlanmaktadır. İkinci olarak çocukların terapideki davranışlarıyla ilgili teröpatik sınırlar; güvenlikle ilgili sınırları da içerecek şekilde belirlenmektedir. Üçüncü olarak dinlerken; yorumlarken (anlam verirken) ve yansıtırken çocuğun düşünce ve davranışlarını tutarlı; uygun şekilde ortaya koyabilmek için; çocuğun o andaki davranış; dil kullanımı ve oyunuyla ilgili uygun yetişkin tepkileri vermek önemlidir. Dördüncü olarak; çocuğun ifade ettiği/ortaya koyduğu; düşünce ve davranışları tehdit edici olmayan bir şekilde geri yansıtarak çocuğa tepki vermektir. Bu özgürlük tanıyan koşullar altında; sorunlu çocukların bile; kendileri için önemli olan; geçmişte yaşanmış veya şu anda yaşanmakta olan olayları ve gelecekle ilgili inanç ve isteklerini sözel olarak veya oyun yoluyla ortaya koyabilecek kadar rahatladıkları görülmüştür (Ryan ve Wilson; 2000).
Oyun; çocukların kendilerini ifade etmelerinde önemli bir aracıdır; kendi yaşantılarını; duygularını ifade edebilecekleri doğal; dinamik ve zihnin kendi kendini iyileştirme potansiyelini harekete geçiren zengin bir süreçtir. Aynı zamanda oyun; çocukların çevreleriyle baş etmede kullandıkları “kendine güvenin” oluştuğu son derece önemli ve ciddiye alınması gereken yaşantıdır.
Çocukların dil gelişimleri (symbolic language); bilişsel gelişimlerinden daha geç tamamlandığı için çevrelerinde olup bitenlere ilişkin farkındalıklarını oyun yoluyla aktarabilirler. Çocuklar; korkularını; kaygılarını; suçluluk duygularını kişilere değil oyuncaklara aktarma şansı bulurlar.
Oyun terapisi; çocuklara tamamen kendileri olabilmelerini sağlayan ve benliklerinin tüm yönlerinin ortaya çıkmasına izin veren güvenli bir alan yaratır. Oyun terapisinde; oyunun en önemli özelliği; gerçek dünyada baş edilmez olanları simgesel temsiller yoluyla baş edilebilir hale dönüştürmesidir (Landreth; 1993). Oyun terapisi; çocukların kendilerini ifade edebildikleri; gerginlik ve tedirginliklerinin azaldığı böylece kendi yaşamları üzerindeki kontrollerini yeniden kazandıkları bir süreç haline gelmektedir.
Oyun yoluyla sosyalleşen “ben ve başkası” kavramlarının bilincine varan çocuk; vermeyi ve almayı da oyun aracılığıyla öğrenir. Çocuğun toplum ve ahlak kuralına uyum göstermesinde de oyunun rolü büyüktür. Çocuk; ev ve okul çevresinde neyin doğru neyin yanlış kabul edildiğini görür. Ancak bu tür kurallara uymanın zorunluluğunu oyun ortamında anlayabilir. Piaget’ ye göre; çocuk oyunları; son derece sosyal kuruluşlardır.
Oyunun sosyal gelişime olan etkilerini de sıralamak mümkündür. Oyun sayesinde çocuk; Toplumsallaşmayı öğrenir (arkadaşlık kurma; saygılı davranma…); toplumsal ortamdaki cinsiyet rolünü kavrar; başkalarının hak ve özgürlüklerine saygı göstermeyi öğrenir; kendi hak ve özgürlüklerini korumayı; yardımlaşmayı; dayanışmayı; paylaşmayı; birlikte çalışmayı öğrenir; görgü kurallarını öğrenip uygular; çevresindeki nesne ve canlıları korumayı; onlara zarar vermemeyi öğrenir; önder ya da üye olmayı; kazanıp yitirmeyi öğrenir.
Çocuk çevreyi ve doğayı oyun yoluyla tanır. Sorular sorarak gerekli bilgileri edinir; merak duygusunu geliştirir ve giderir. Bu şekilde sözcük dağarcığı da gelişir; düzgün cümleler kurma alışkanlığı kazanır. Nesneleri; araç-gereçleri tanır; adlandırır; işlevlerini kavrar; onları kullanmayı öğrenir. Eski deneyimlerine; bilgilerine; tasarımlarına; davranışlarına yenilerini katar; kendini zenginleştirir. Nesneler arasındaki ayrılıkları ve benzerlikleri; olaylar arasındaki ayrılıkları ve benzerlikleri kavramaya başlar. Düşünüme; algılama; kavrama; imgelem gibi zihin gücü gerektiren soyut yetenekler yönünden gelişme sağlar. Tüm bunlar oyunun zihin ve dil gelişimi üzerindeki olumlu etkileri olarak nitelenmektedir.
OYUN ÇEŞİTLERİ
Özyapılarına göre oyun çeşitleri
1- İşlev Oyunları: Çocuğun bir yaşının sonuna dek geçirdiği süre “süt çağı dönemi” olarak nitelenir. Çocuğun bu dönemlerde; doğal olarak yaptığı devinimlere ve oyunlara İşlev oyunları denir. 0-1 yaşlarında; süt çağı döneminde; bilinçsiz ve içgüdüsel olarak yapılan devinimlere süt çağı işlev oyunları denilmektedir. Örneğin; çocuk sevindiği ya da heyecanlandığı zaman birtakım sesler çıkarır; ellerini; kollarını; bacaklarını sürekli sallar; duygularını bu tür devinimlerle yansıtır. Büyüklerin çocuğu güldürmek için yaptığı devinimlere tepki olarak güler; eline ses çıkaran bir nesne verildiğinde; onu sallayarak ses çıkartır; büyüklere öykünerek elini kendi başına vurarak “baş baş” yapar.
Çocuk; ilgisini çeken şeyleri eline alıp ağzına götürerek tanımaya çalışır. Eline aldığı her şeyi atarak; iterek; çekerek de fizik kurallarını keşfetmeye başlar. Attığı oyuncağının düştüğünde ne olduğunu; nasıl ses çıkardığını; çevresindekilerin nasıl tepki gösterdiğini ilgi ile izler ve bu davranışlarını birçok obje ile yineler.
Çocuğun 1-3 yaş dönemi özerklik dönemidir. Bu dönemde saldırganlık; kirletme; kırma gibi içgüdülerinin doyumu için yaptığı devinimlere ve oynadığı oyunlara özerklik dönemi işlev oyunları denir. Bu tür devinim ve oyunlar daha çok “oyun” niteliği taşımaktadır. Örneğin; bu çağ çocukları için saldırganlığı dışa atmağa yarayacak gürültü çıkaran oyuncaklarla oynamak; kirletme güdüsünü karşılamak için su; çamur ve kille oynamak gibi oyunlar bu dönemin işlev oyunlarına örnek sayılabilir. “Sar makarayı oyunu; çocuğun; ağzını; yüzünü; elini tanımasına ve tepkilerini geliştirmesine yardımcı olan bir oyundur. Sar sar makarayı ( Eller önde tutulur; birbiri çevresinde yün sarar gibi döndürülür) Çöz çöz makarayı (Devinim tersine yapılır) On kilo yağ (İki el on parmak açılarak ileriye uzatılır) On kilo bal (Aynı devinim yinelenir) Yala yala bitmez (Avuçları yalama devinimi yapılır) Beşi sana (Beş parmak açılır ve çocuğa gösterilir) Beşi bana (Beş parmak açılır ve göğse konur) Kediye cık cık (Yok anlamına gelen cık cık sesi çıkarılır; baş ve ellerle yok devinimi yapılır)”
2- Ben Oyunları: Çocukların çeşitli yönleriyle kendilerini tanımalarına ve yeteneklerini geliştirmelerine yardımcı olan oyunlardır. Çocuk 2-3 yaşlarında genellikle ‘benmerkezci’ dir. Bu yaşlarda çocuk; çevresiyle ilgilendiğinden çok kendisiyle ilgilenir.Elleri; bedeni; gözleri ile kendisini ve çevresini tanımaya çalışır. Kendi başına oynamaktan hoşlanır; genellikle tek başınadır. Başka çocuklarla olsa bile kendi oyununu oynar; iletişim kurmaz. Bunun nedeni de kas; denge; dil ve bilişsel gelişim yönünden henüz yeterli olgunlukta olmayışıdır. Örneğin; çocuğun organlarını tanıması; görme-duyma-işitme gibi yeteneklerinin geliştirilmesi; dikkat ve algılama yetilerinin artırılması ben oyunlarıyla daha kolay sağlanabilir. “ ‘Bu kim?’ Oyunu; çocukların egosantrik olduğu ‘Ben Dönemi’nde; diğerlerini tanıması; iletişim kurması açısından önemlidir. Çocuklar yarım halka biçiminde yere ya da iskemleye otururlar. Öğretmen sorar: -Ben kara gözlü; kıvırcık saçlı bir kız görüyorum; bu kim?(Çocuklar; öğretmenin bakmakta olduğu çocuğa bakarlar ve kim olduğunu bulup adını söylerler). Aynı oyun başka özellikler sorularak da oynanır; göz renkleri ve biçimleri; yüz biçimleri; saç rengi ve biçimi gibi.”
3- Düş gücü Oyunları (Hayali ve Temsili Oyunlar): Çocuğun bir nesneyi başka bir nesne gibi; bir olguyu başka bir olgu gibi düşünerek kurduğu oyunlardır. Okul Öncesi dönemde çocukların en çok severek oynadığı oyunlardır. Aynı zamanda bu dönemde; büyük kaslar oldukça gelişmiştir. Takla atmayı; yüksek yerlere çıkıp inmeyi; tırmanma merdivenine tutunarak sallanmayı; bisiklete binmeyi; denge tahtasında yürümeyi; top tekmelemeyi kolaylıkla becerebilir.
Yeni oyunlar yaratır ve uygular. Örneğin; bir sopayı “at” olarak; bir kutuyu “tencere” olarak; bir havluyu “battaniye” olarak; bir gazoz kapağını “bardak” olarak kullanabilir. Kimi oyunlarda baba rolü oynar; anne olur; bebek olup bakılmak ister. Doktor olur hastalarına bakar; öğretmen olur; öğrencilerine ders anlatır. Düş gücü oyunları hemen her konuyu kapsar. Bu nedenle de evde; sokakta; anaokulunda… her yerde