Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Sınav Sistemi: Test Çözmek Ne Zamandan Beri Eğitim Oldu

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 22:05    Güncellendi: 18.02.2025 22:05
SINAV SİSTEMİ: TEST ÇÖZMEK NE ZAMANDAN BERİ EĞİTİM OLDU

BOŞ GİRDİ HAMALLIĞI İLE KÖRELTİLEN HEVESLER VE KABİLİYETLER

Ulusça bir sınavı daha atlatmış bulunuyoruz. Hepimize cümleten geçmiş olsun. Sınav günü akşam ana haberlerinde bir kadın; “Çok çalışmıştı; sınava giremedi” diyerek hüngür hüngür ağlıyordu. Ağladığı öz çocuğuydu ve trafik kazası geçirmiş; 4 kişi ile birlikte yaralı olarak kurtulmuştu. Evet; çocuğu bir kazadan kurtulmuştu; ölmemişti. Ancak annesi için bu değil; giremediği sınav dövünme kaynağıydı. Hem de ne dövünme! Sınav kazanmak ülkemizde hayatta kalmanın bile önüne geçmeye başlamış demek mi lazımdır; bilemiyorum!

Bir başka genç sınav esnasında; daha 18 yaşında olduğu halde kalp krizi geçirmiş; hayatını kaybetmişti. İlimizde ise bir başka genç; daha önce basın yoluyla uyardığım; “İntiharların yeni mekanı olabilir; güvenlik tedbiri alınmalı” dediğim yeni viyadükten atlayarak canına kıymıştı. Evet; aynı sınavın sonrasında!

Niçin peki?

Mesele son derece basit aslında. O yüzden derin tahlillere ihtiyaç bırakmıyor. Bu tür acı ve daha çok çocukların ruhlarını örselediği için pek görünmeyen; şimdilik milyonlarca yürekte sessiz sedasız yaşanıp geçiştirilen; ancak uzun vadede pek çok ruhsal ve bedensel sorunun tohumları olarak işlev görebilecek söz konusu yaşanmışlıkların altında sınav sisteminin bozukluğu yatıyor.

Yıllar önce elime bir kitap geçmişti. Bu kitapta; zamanında İngilizlerin o dönemler sömürgesi olan Pakistan’da çocuklara / gençlere okullarda manasız sembollerle; karmakarışık matematiksel işlemlerle dolu logaritmik cetveller vs. öğreterek beyinleri boş; yaşamdan kopuk; sıkıcı şeylerle doldurduklarını / yorduklarını; sınırlı beyinsel kapasitelerini bu şekilde tükettiklerini; sonunda koca bir nesli gerçek eğitimden; düşünmekten; araştırmaktan; özgünlükten ve üretkenlikten uzak tuttuklarını okumuştum. Ülkemizde mevcut olan durum niyet olarak olmasa bile pratik açıdan buna benziyor sanki.

Bu sınav çoğuna göre daha doğru düşünenleri; keskin bir algıya; basirete ve kavrayışa sahip olanları; derin bir bilgi ve kültür sahibi olanları; farkındalığı ve duyarlılığı en tepede bulunanları; yaratıcı ve üretken bir yapı taşıyanları değil; çok dershaneye gidenleri; bol bol ve sadece test çözenleri öne çıkarmakta; sadece ve sadece sınırlı bir konuda; sınırlı bir sürede; hatasızlığa yakın derecede soru çözmeyi başarı olarak almaktadır. Böylece beyinleri gereksiz; sadece köprüyü geçene kadar kullanılacak; sonra ya yakılacak ya da çöpe atılacak; hayatta karşılığı olmayan; yaşamdaki başarıyı yordamayan boş materyal ve girdilerle doldurarak yormaktadır.

Sıkıcı ve çok yorucu olan bu meşguliyet okumaya ve öğrenmeye hevesin sönmesine; ilgi kayıplarına; araştırma ve üretme yaşantısından uzak durma sonuçlarına yol açmaktadır. Ayrıca; sürekli soru çözmeye (ne garip. Yıllar süren bir eğitimi götürmüş; sadece hatasız soru çözme noktasına düğümlemişiz) odaklanan; sürekli bu bazda çalışmalar yapan beyinler körelmekte; kişilerin üretkenlikleri ve bireysel özgünlükleri kaybolmaya başlamaktadır.

LAYIK KİŞİLERİ SEÇMEKTEN ÇOK UZAK

Bu sınav aslında bir meslek lisansı kazandırma; yani seçme ve yerleştirme amaçlı yapıldığı halde ilgili alanlara doğru kişiler seçme işlevi görmekten çok uzaktır. Her mesleğin kendisine has bir yığın özelliği olduğu halde bu sınavlar sadece Matematik; Türkçe; Fen; Tarih gibi alanlarda sınırlı kuru bilgiyi ölçmektedir. Bu sistem sonunda kan görünce bayılan biri çok rahat bir biçimde hekim; araştırmayı sevmeyen; kapalı bir yerde on dakika kalınca ruhu daralan bir diğeri de biyolog olabilirken matematik zekası düşük ancak sözel algı ve analiz kabiliyeti gelişmiş bir kişi -mesleği en çok bu vasıfları gerektirdiği halde- avukat olamamaktadır.

TEK BİR ZEKA TÜRÜNÜ ÖDÜLLENDİRİYOR

Bu sistem zekanın tek tip bir yetenek olmadığının; sözel; analitik; duygusal vb. bir çok zeka türünün bulunduğunun anlaşıldığı günümüzde pek çok kişiyi -sadece tek bir zeka alanında sınırlılar diye- hayatın her alanında mahkum etmektedir. Sadece matematik ilgisi ve alt yapısı iyi ya da sayısal zekası parlak kişileri ödüllendiren; ancak diğer zeka alanlarında başarılı olan yığınla kişiyi ise cezalandıran; sonuç itibariyle kişileri doğuştan genetik olarak sahip oldukları yahut olmadıkları potansiyel zemine mahkum kılan; bu ve benzeri sebeplerle bilimsel gerçeğe; insan doğasına; insan haklarına da ters ve uzak ulan bir modeldir.

Mantıksız; bilimsellikten uzak; son derece ilkel; kişileri genetik ve sosyo-ekonomik çevre zeminlerine mahkum eden bu sınav ayrıca ayrımcıdır da. Sözgelimi bu sistemde sözel kapasitesi ve birikimi çok iyi olmayan biri mühendis olabilmekte ancak matematikte test çözme kapasitesi iyi olmayan bir kişi sözel bir alan olduğu halde siyasal bilgileri çok zor kanabilmektedir.

ÖLÇÜLEN FARKIN PRATİK KARŞILIĞI YOK

Bu sınavda sekiz - on matematik vs. fazla yapan ile az yapan farklı bölümlere girmektedir. Ancak aradaki sekiz - on netlik fark gerek kazanılacak mesleğin ifasında gerekse o meslekteki başarıda belirleyici olan; bunu birebir belirleyebilecek / yordayabilecek anlamlılıkta bir fark değildir. (İstisnaları olmakla birlikte; genel olarak; üniversiteyi kazanamayanların kazananlardan zihinsel işlevler açısından daha kapasiteli olduklarını gözlemlemişimdir.)

ÜÇ – BEŞ NET DAHA ÇOK OLSUN ADINA BEYİNLER ZEDELENİYOR

Başarıyı müfredatla sınırlı bilgiye tıkayan; üç - beş net farkla değişik yerlerin kazanılabildiği bu sistem birkaç net daha fazla yapma adına gereksiz streslere; dolayısı ile beyinsel ve ruhsal örselenmelere yol açıyor. Çünkü böylesi bir sınavda birkaç net daha fazla yapabilmenin çok okumakla; müfredat dışından bilgilere de sahip olmakla; iyi bir bilgi birikimiyle vs. yüzde yüz elde edilebileceğinin garantisi yoktur. Belli bir alt yapı oluştuktan sonra her halükarda bu kadar az veya çok net yapılabilmektedir yahut yapılamayabilmektedir; bunun kesin bir garantisi yoktur. Üç – beş net etrafına sıkışıp kalmış olan bu belirsizlik yoğun strese; her yoğun stres de ruhsal örselenmelere yol açmaktadır.

HİÇ HATASIZLIĞI ÖĞRETİYOR

Bu sistem sözgelimi geometriyle ilgili daha çok bilgiye sahip olmayı değil; sınırlı müfredatta hatasız ya da hatasızlığa yakın oranda sonuç almayı dayatıyor. Hiç hatasızlık; az önce de belirttiğim üzere her zaman için çok çalışmakla vs. sağlanabilecek bir durum değildir. Bu durum ise yine az önce de bahsettiğim gibi stresi; ruhsal yıkımı aşılıyor. Hatasızlığı öğreterek en ufak bir hata olasılığında yıkıma hazırlıyor; bilinçaltına hayal kırıklıklarının tohumunu ekiyor.

ÇOK ZOR; ÖYLEYSE NET ET BİR KERE KAZAN. SONRA DA ÖMÜR BOYU YAN GEL YAT MANTIĞINI BESLİYOR

Ayrıca sınavın üç – beş netle sonuç belirlenen dar ve zor bir koridora sıkıştırılması sınavları gereğinden fazla zorlaştırmaktadır. Mesela tarih yahut fen konusunda çok bilgisi olan değil; sınırlı müfredatta hatasız soru cevaplayan seçilmektedir. Dolayısı ile buradaki zorluk kaliteyi artıran bir zorluk demek değildir. Saçma sapan; boş yere yüklenilen ve sonucu doğru belirlemeyen; alınacak eğitimde yahut ileriki yaşamda pratik karşılığı bulunmayan bir zorluktur.

En önemlisi de bu manasız zorluğu ne yapıp edip bir kere başaran hayatta her şeyi başarmış gibi düşünmeye başlamaktadır. Bu sınav; uzun meslek yaşamı boyunca başka hiç bir başarı göstermese bile hayatı boyunca o sınavın ekmeğini yemenin anasının ak sütü gibi helal olduğunu düşündürmekte; böylece tembelliğe ve atalete de zemin hazırlamaktadır.

Ayrıca bu sınav; zamanında sekiz – on net fazla yapmakla en fazla bir meslek kazanmış; ancak bununla kendisini dünyanın en büyük buluşunu yapmış gibi hisseden; bir kere yaşanılan başarıyı daha sonra sürdüremeyen; üstelik buna ihtiyaç da hissetmeyen tembel; atıl; kibirli; üretmeyen; sadece yıllar önceki tek bir başarısıyla (ki o da sadece test çözme başarısıyla) avunan nesiller yetiştirmektedir.

ÖNCE VELİLERİN; SONRA GENÇLERİN BAKIŞ AÇISINI BOZUYOR

Yukarıda da belirttiğim üzere sınırlı ve dar bir alanda hatasıza yakın oranda test çözmeyi dayatan; sadece bunu başarı sayan; haliyle daha çok yönlü ve derin bilgisi olanı değil; bir alanda hatasız soru çözenleri öne çıkaran bu sistemin zorluğu ebeveynleri sınavdaki başarıya daha duyarlı hale getirmekte; bu duyarlılık öyle veya böyle beklentiyi yükselterek çocuklar üzerindeki psikolojik baskıyı gereğinden fazla artırmaktadır.

Böylesi stresli ve yoğunlaşmalı bir süreç sonunda çoğu ebeveynin algıları bozulmakta; çocukları sınavı kazanıp üniversiteye kayıt olduğunda karınlarının acıkmayacağını; hiç hasta olmayacaklarını; hatta bir gün ölmeyeceklerini; sonsuz bir yaşam süreceklerini; bu sonsuz yaşamda tek gerekli şeyin bir bölüm tutturmak olduğunu zannetmeye başlamaktadırlar.

Ebeveynleri tarafından böyle algılanan çocuklar da bir süre sonra başarma sarhoşluğuyla ve bir meslek kazanma duygusuyla hayatta her şeye sahip olduklarını zannetmeye başlamaktadırlar. Böylece (ilerde) eşlerinin asi bir çıkışıyla yahut çocuklarının ufacık yaramazlıklarıyla; hatta en ufak bir maddi buhranla yıkılmaya namzet; çünkü çok yönlü gelişmeye ve başka başarılar kazanmaya; en önemlisi de bu başarıları sürdürmeye ihtiyaç duymayan verimsiz bireyler haline gelmektedirler.

Psikolog
İzzet Güllü