AVRUPADA HER YERDE OLAN; BİZDE İSE İŞLEVİ SADECE ZEKA TESTİ OLARAK GÖRÜLEN BİLİM: PSİKOLOJİ
Avrupa psikoloji biliminden hayatın her alanında yararlanır. Bizde ise bu mühim bilim dalından ve uzmanlarından bırakın hayatın her alanında yararlanmayı daha doğru düzgün hastanelerde bile istifade edilmez.
Mesela toplum boşanma türü ailevi; bunalım; cinnet; cinayet türü bireysel; uyuşturucu; suç çeteleri gibi sosyal; velhasıl kökeni bir biçimde psikososyal kolan sorunlardan adeta kırılır ancak onlar hastanelerde büyük ölçüde -IQ’ su gün gibi açık kişilere- zeka testi yapmakla meşgul edilir. Onu da ancak sertifika veya belge almışlarsa şayet!
İKİ DÜNYA ARASINDAKİ ZİHİN FARKI HALA DAĞLAR KADAR YÜKSEK
Her şeyin; sözgelimi trafiğin; hukukun; mali işlerin ve daha bir çok hizmet sektörünün danışmanlığı olduğu; hatta ülke yönetenlerin bile danışmanları bulunduğu halde bu mühim meslek mensuplarının halka; evet en az yüzde ellisi psikolojiden meydana gelmiş (çünkü insan sadece doku; organ ve hücrelerden oluşmuş salt biyolojik bir organizma değildir. O aynı zamanda psikososyal bir varlıktır) insanlara bilgi eksenli; iç görü ve farkındalık kazandırma odaklı; yani koruyucu ve destekleyici; hatta çözümleyici nitelikli danışmanlık hizmeti sunması tartışılır. Hatta son dönemde şahit olunduğu üzere bu son derece doğal işlevleri bile yasaklanılır. Görüldüğü üzere çağdaş dünya ile aramızda görünüşte (giyim - kuşam ve yaşam tarzı noktasında) pek bir fark kalmamıştır belki. Ancak iki ayrı dünya arasındaki içsel farklar (algılama ve mantalite) hala en az dağlar kadar fazladır.
PSİKOLOJİ BİLİMİNİN BULGULARI IŞIĞINDA HAYATA KATKI ÖRNEKLERİ
Çağdaş batı dünyası psikolojiden her alanda yararlanır dedim. Çünkü psikoloji fenerini nereye tutarsanız orada ya unutulmuş ya da fark edilememiş bambaşka şeyler görebilirsiniz. Bu tespitime dair bir - iki örnek vermek istiyorum:
RENKLİ SAYFALAR OKUMA ALIŞKANLIĞINI ZAYIFLATIR
Gazete ve dergilerdeki çok renklilik okuma alışkanlığına zarar verir. Daktiloda iki parmakla yazmaya alışan birinin on parmakla yazmada hiç bilmeyen birine göre daha fazla zorlanması misali (psikolojideki negatif transfer & ileriye ket vurma ilkeleri gereği) büyük ve parlak - renkli kağıt zemin üzerinde okumaya alışan beyin hiç resim bulunmayan düz bir sayfada okuma alışkanlığı kazanmakta zorlanır.
Alışkanlık kazanma sürecinde zorlanmak kısa sürede bıkmaya - usanmaya; usanma ise daha yolun başında ya okumaktan vazgeçmeye ya da çok az okumaya yol açar. Böylece ilgili toplumda az okuyan bir çevre oluşur. Derken bu çevre okuma alışkanlığı kazandırmada topluma örnek olma; bireyleri okumaya aşılama vasfını yakalayamaz.
ANAOKUL VE İLKÖĞRETİM ÇAĞINDA BOL RESİMLİ KİTAP HATASI
İnsanda merak; haz alma ve öğrenme duygusu tabiidir. Ayrıca sık yapılan iş doğası gereği alışkanlık oluşturur. Ancak bu iki bilimsel gerçeğe rağmen; uzun ilk çocukluk yılları boyunca; öyle veya böyle bir çok kitap okunduğu halde bu iş neden alışkanlığa dönüşmez? Niçin okulu bitiren kişilerin tamamına yakını kitabı da üniformalarıyla birlikte bir kenara atarlar?
Doğaya aykırı işleyen bu durumun özel bir açıklaması olmalıdır! Tespitlerime göre anaokulu ya da ilköğretim çağı çocuk kitaplarındaki baskın ve renkli resimler ileriki yıllarda renksiz ve resimsiz sayfada (ki mevcut kitapların tamamına yakını böyledir) okumayı zorlaştırıcı bir işlev görmektedir. Bu uygulama sadece kitabın içeriğine verilmesi gereken ilgiyi ve sadece kitabın içeriğinden alınması gereken hazzı içerik ve resim olarak ikiye bölmekte; böylece içeriğin payına düşen ilgi ile içerikten alınan haz düşmektedir. Bunun sonunda içeriğe; yani kitap okumaya ilişkin motivasyon zaman içinde söz konusu alışkanlığın devamını mümkün kılmayacak şekilde zayıflamakta; sonra da sönmektedir.
Çocuk kitaplarına resim koymak “resim okumayı sevdirir” düz mantığına dayalıdır ve bilimsel açıdan burada anlatıldığı türden mahzurlar taşımaktadır. Resim konacaksa bile bunların yazının bulunduğu sayfada değil; resimler ve yazılar olarak iki ayrı bölüm halinde yer alması gerekmektedir.
MODEL KESİMİN KORUNMASI VE DESTEKLENMESİ
Okuma alışkanlığı kazandırmada evvela topluma rol – model olacak belli bir kesimin okumayı sevmesinin sağlanması büyük önem arz eder. Bu kesim toplum yoğurdunun mayası gibi düşünülebilir. Dolayısı ile bu mühim mayanın bozulmaması; bunun için de söz konusu okuyucu kesimi koruyacak ve destekleyecek tedbirlerin alınması büyük ehemmiyet taşır.
Bir nevi toplumu okuma alışkanlığı için mayalayacak olan; kısmen de olsa okuma alışkanlığı bulunan kesim ülkemizde daha çok gazete okuyan kesimdir. Ancak burada şöyle bir sorun vardır:
Ülkemizde gazetelerdeki köşe yazarlarının istisnasız her gün yazı yazıyor olması düşünce ve fikir üretimini bir yerden sonra kısırlaştırıcı bir işlev görür. Bu da bir müddet sonra okuyucunun beyninin (algısının; düşüncesinin; fikirlerinin vs.) sığlaşması / kısırlaşması sonucunu doğurur.
BEYİNLERİN KÖRELTİLMESİ; TAZE ÜRETİMLERİN DAHA YOLUN BAŞINDA BUDANMASI
Batılı bir gazeteci Mehmet Barlas’a sorar:
“Bizde köşe yazarları haftada en fazla iki - üç gün yazı yazar. Sizde ise gazeteciler her gün yazıyor. Peki her gün için düşünce ve fikir üretmek zor olmuyor mu?”
Mehmet Barlas şöyle manalı bir cevap verir:
“Biz fikir üretmiyoruz ki; gazete üretiyoruz.”
Yeni; özgün; üretici fikirlerle değil sıradan fikirlerle muhatap olmak hem beyni köreltir hem daha az ilgi uyandırdığı için okumaya duyulan arzuyu ve eğilimi zayıflatır. Okuma alışkanlığımız yok derken bu alışkanlığın olmamasını Türk olmamızda; din faktöründe vs değil; göz ardı ettiğimiz bu ve benzeri psikolojik faktörlerde aramalıyız.
HER GAZETEYE AMATÖR YAZAR ZORUNLULUĞUNUN ÖNEMİ
Her fikri; her yeni ve özgün bakış açısını; her özgün düşünceyi sürekli aynı kişilerin ortaya koyabilmesi imkansızdır. Her yeni insan yeni bir bakış; her yeni bakış ise ayrı bir görüştür. Okumanın; gelişmenin; fikir ve düşünce üretkenliğinin tetiklenebilmesi – beslenebilmesi için diğer bir öneri de her gazetenin mutlaka bir – kaç amatör yazara köşelerinde değişmeli olarak yer vermesinin gerekliliğidir.
Ancak bunlar kısa bir süre sonra o köşelerin rutin yazarları haline gelmemeli; bu kişiler günlük olarak değişerek yazmalı; böylece topluma model olacak okuyucu kesime yeni; taze; özgün ve beyni besleyecek fikirler sunulması; yani zihinsel ve ruhsal gelişimi sağlayacak nitelikte taze kan nakli yapılması sağlanmalıdır.