Öyle bir geçer zaman ki.. Hem de nasıl geçer…Geçen haftalarda yayınlanan Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisi beni geçen zamanlara götürdü.…Aklımda kalan tek bir kare var hayal olan televizyonun evlere girişi... ve küçük Osman’ın televizyona kavuşması ile yüzündeki inanılmaz mutluluğu...
Nasıl da girmiş hayatımıza televizyon… Ben televizyonun girdiği zamanı bilmiyorum ancak bilgisayarların ve cep telefonlarının nasıl hızlı bir şekilde girdiğini dün gibi hatırlayabiliyorum. Evimize ilk telefonun bağlandığı gün halen aklımdadır. Yeşil tuşlu; ahizeli; bukle bukle kablolu bir telefondu. Evimizin en güzel yerine salonumuzda masanın üzerine koyup üzerine birde annemin o güzel dantel örtülerinden birini örtüvermiştik. Kullanacağımız zaman örtü özenle kaldırılıp tuşlara basılır; ardından konuşma tamamlanınca örtü yine üzerine güzelce örtülürdü. Aman örtü unutulmasın ya da kırışık kalmasın annemden fırçayı yiyiverirdik.
Zaman geçti telefonlara alıştık artık akşam sabah çalan telefonlar hayatımızın bir parçası oluverdi. Ardından evlere bilgisayarlar girdi. Ortaokulda internetin evde olması bir hayalken şimdi evde internetin olmaması hayal oldu. Odalara çekilen telefonlara bağlanan internetler. O zamanlar çevir sesleri gelirdi internete bağlanırken. Ders çalışmıyoruz diye yasaklandığında internete gizlice girmek o ses yüzünden hayal olurdu. Birde bağlanınca ev telefonu meşgul çalardı tabii ay sonunda gelen faturalar da cabası.
İnternetin hızlıca girişi ile cep telefonlarının eve girişi hemen hemen aynı döneme denk geliyor diye hatırlıyorum. Cep telefon bayileri açıldı kocaman antenli kocaman telefonlar. Kemere takılan telefon kılıflarının içini dolduran kocaman telefonlar şimdi onlara ev telsizi muamelesi yapıyoruz ki kalmadılar zaten...
Evet öyle bir geçti ki zaman. Önce evimize televizyonları sokup sonra evlerimizi televizyonlara göre düzenledik. Evlerimizde önce televizyonların yerleri ayrıldı sonra kendimizin.. Televizyonu nereden izleyeceğiz; kablosu nereden geçmeli aynı küçük Osman gibi koltukları televizyonun karşısına çektik; önce televizyonu evimizi yerleştirdik sonra kendimizi. Sonra telefon; internet ve en son cep telefonları geldi hayatımıza sonra da onlara göre hayatımızı ayarlamaya başladık. Hayatımıza girenlere hayatlarımızı teslim ettik.
Şimdi her odada bir televizyon; bir bilgisayar; birkaç cep telefonu var. Artık onlar bizim dostumuz; ailemiz haline geldi. Yan odadaki eşimizi yemeğe internetle çağırmaya başladık. Yemeklerde televizyon izleyip mesaj çekerken herbirimiz birbirimize yabancı hale geldi. Birbirimizin yüzüne bakmadan konuşup bana dokunmayan yılan bin yaşasın moduna geçiverdik. Her birimiz messenger ve facebookta çevrimiçiyken hayatlarımızda çevrim dışı olduk. İlişkilerimizi internet ve telefonlarda başlatıp internet ya da iki satıra sığan smslerde bitirir olduk. Birbirimize yabancılaştık.
Sonra birde baktık ki hepsinden onlarca marka; onlarca model çıkmış. Bu defada onları birer statü aracı olarak görmeye başladık. Aynı küçük Osman’ın Gülden’i elde etmek için televizyona sahip olması gerektiği gibi… O cihazlar bizi; kendimizi; benliğimiz temsil eder oldu.. Markana modeline göre toplumda yerini almaya başladın. Masaya önce telefonlar kondu sonra biz oturduk... Zihnimiz önce kendimizi sonra birbirimizi tanımaz oldu...
Sonuç artık yeni bağımlılıklarımız oluştu. Bu bağımlılıklar sonucu ortaya çıkan kişisel ve kişilerarası sorunlar. Bilgisayar ve teknoloji bağımlılığı denilen yeni tanımlamalar girdi zihinlerimize. Tabii bilgisayar başında zamanını geçiren eş ve çocuklarımızın; hızla mesaj çeken parmakların resimleri de bunlara eklendi...