Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Ruhsal Tedavinin Yan Etkisi ve Bazı Sorulara Cevaplar

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
RUHSAL TEDAVİNİN YAN ETKİSİ VE BAZI SORULARA CEVAPLAR

Ülkemizde psikolojik yardım adı altında psikiyatrik yani medikal tedavi sunulur. Mesela ekranlarda sık sık duyarız; “Filan kişi psikolojik destek görüyor” denilir; oysa görülen yardım ne psikolojiktir ne de destektir; tamamen ilaç eksenlidir; yani farmakolojiktir. Öncelikle bu kavram karmaşasına ve yol açtığı yanlış algıya kısa bir neşter vurmuş olayım.

Yine hemen belirteyim ki sadece ilaçların değil; bizzat tedavilerin kendisinin de yan etkisi vardır. O yüzden sadece ilaçlar değil; tedaviler de bu yan etki – etki analizi sonucu tercih edilmesi gereken araçlardır.

Bu mühim noktaya dikkat etmemek; "Eften püften her sorunu" hemen çözme işine kalkışmak (çözmek illaki yok etmekle; bir sorunu hemen ortadan kaldırmakla; ondan anında kurtulmakla mı olur; o da ayrı bir sorundur); bunu da sıklıkla “Tedavi” süslü ambalajı altında yapmak… İşte günümüzün çivisi çıkmış ruhsal yardım uygulamalarının en sakat yanlarından birisi de budur.

ABD menşeli tekelci sağlık otoritesinin hastalık dediklerine balıklama atlayarak hastalık; ilaç dediklerine de gözü kapalı bir biçimde şifa diyen; Freud; Young; Adler gibi kişilerin şahsi gözlem ve bulgularını bilimsel bilgi olarak temel alan; bu işin geri kalan kısmının da sadece çeviri eserlerden öğrenileceğini sanan günümüz modern psikiyatrisinin ve psikolojisinin en büyük açmazı işte budur.

“Şunlar - şunlar varsa şu - şu hastalık vardır. Onlar da bu ve şu ilaçlarla (ya da terapilerle) tedavi edilir” odaklı kategorik bir eğitim almış; bütün düşüncesi ve bakış açısı bu temel çerçeve içine oturmuş kişilerin hemen; “Nasıl yani; tedavinin yan etkisi olur mu” dediklerini duyar gibi oluyorum.

Evet bizzat ruhsal tedavi işinin kendisi; içinde çok önemli bir yan etki taşır. Tedavi uğraşısı düşünen ve beklenti sahibi bir canlı olan insan için özünde iyileşmeye dönük bir direnç barındırır. Çünkü tedavi olgusu tetiklediği ümit duygusu yanında beynimize verdiğimiz; “Çözülmesi gerekecek derecede önemli bir sorunum var” mesajıdır aynı zamanda.

Bir taraftan beynimize böylesi bir mesaj yollarken (1. Sorunum var… 2. Bu sorunun çözülmesi gerekiyor… 3. Peki ya çözülmezse? sıralı otomatik düşüncesini tetikler ve besler) öbür yandan tedavi alıyor olmak deftere bir taraftan yazı yazarken diğer yandan da silmeye benzer. Bu durumda kalem - silgi analizi iyi yapılmalı; kalem çok güçlü; silgi de o nispette zayıf olduğunda ancak yazma işi tercih edilmelidir.

Bu ve anlatamadığım diğer nedenler yüzündendir ki kliniklere başvurup da aldığı ilaç yahut terapi neticesinde derdinden anında kurtulan kişi sayısı zannedildiği kadar yüksek değildir.

Hekimler sıklıkla; “En az 6 ay kullanmalısın”; psikologlar da; “Asgari 4 - 8 seans gerekiyor” diyerek aslında anlattığım sorunun doğurduğu ve tedavi ajanlarındaki eksikliklerin beslediği sıkıntıyı ancak zamanın şefkatli ve örtücü kollarına sığınarak gidermeye çalışırlar. Sonra da; “Alet işler el övünür” sözünde olduğu gibi zamanın ve getirdiklerinin katkısını tamamen sundukları yardımın fonksiyonuna yükleme “uyanıklığını” gösterirler. Çünkü kimse sormaz kendilerine ("Soru da bilgiden doğar; cevap da" der Mevlana); “İlaç kullanmasaydım 6 ay sonra nasıl olacaktım acaba” ya da; “Sekiz seans almasaydım yine kurtulamayacak mıydım” diye.

Sahi; alınan şey bir yardım ise çözümün daha kısa süreli olması gerekmez mi?

Bu izahlar da gösteriyor ki bir çok soruna yok etmeye odaklı bir tedavi anlayışıyla değil; aşağıdaki sorulara verilen cevapların içeriği tarzında yaklaşılması gerekir.

HOCAM AYRILDIK; SİZCE UNUTABİLİR MİYİM

Tabii ki... (5 kutu hap yutman ya da sekiz - on seans alman gerekmiyor. Not: İntihar vb. özel durumlar hariç tabiki.)

Unutmak için kişinin çok yetenekli veya üstün özellikli olması; yahut bunun için aşırı bir çaba içine girmesi gerekmez. İnsan beyni yapısı gereği belli bir zaman içinde unutmaya programlanmıştır. Ama dediğim gibi; belli bir zaman içinde! Şu hayatta zamandan bağımsız işleyen ne vardır ki! Gitmek; gelmek; varmak; doymak; acıkmak; uyanmak; öğrenmek; bitirmek ve dahası... Her şey belli bir zamana bağımlıdır.

İçimizde bizden habersiz ancak bizim yerimize çalışan bu organımız da aynı şekilde; tıpkı kendisini tamir eden / yenileyen derimiz gibi işini tamamlayabilmek; bizi eski halimize döndürebilmek için biraz zamana ihtiyaç duyar. Bunun için zamanın sahibi olan sizden birazcık zaman ister!
Sahi; çok şey mi istiyor?

Çoğumuz manasız bir telaşa düşerek ona bu zamanı ya hiç tanımayız; çünkü "unutamıyorum" diye düşünerek çok erken hükme varırız. Ya da bu süreçte gereksiz çabalarla onun işini iyiden iyiye zorlaştırırız. Oysa o bize sadece ve sadece "işi bana ve zamana bırak; rahat ol sen; gölge etme; başka ihsan istemiyorum" demektedir.

Tabi ki duyana!

Unutmak istiyorsanız şayet sakın bunun için uğraşmayın; sadece işi ustası olan beyninize bırakın. Dediğim gibi; bu süreçte gölge etmeyin; yeter. O bizler gibi değil; tok gözlü; bunun için başka bir ihsan istemiyor sizden!

HOCAM DEPRESYONU MU ATLATABİLİR MİYİM SİZCE

Tabi ki. Ama siz istediğiniz zaman değil; depresyonunuz miadını doldurduğu zaman. Şu hayatta ölümsüz olan; bir sonu bulunmayan ne vardır ki depresyonun olmasın!

Bu zaman zarfında; zaten gidecek olan bir misafirin boş yere kahrını çekmemek; kazan etrafında gulu gulu dansı yapan yamyamlar misali sürekli depresyon ateşi çevresinde dönmemek; bir süre böyle yaşamaktan korkmamak; bunu göze alabilmek lazım.

Önemli olan bir şeyi yaşamak ya da yaşamamak değildir. Yaşamak ile yaşamak arasında çoğu zaman dağlar kadar fark vardır. Bir şeyi öyle bir şekilde yaşarsınız ki hiç yaşamamış olduğunuz zamankiyle aynı sonuca ulaşırsınız. Tıpkı üniversite sınavına öyle bir çalışma biçimiyle çalışan birinin hiç çalışmayan bir başka öğrenciyle aynı “kazanamama” sonucuna ulaşması gibi.

Evet; bir şeyi yaşama biçimi çok önemlidir. Bir sorunu yukarıda anlatılan gözle ve bir süre kabullenerek yaşamak ile sürekli sızlanarak; hemen kurtulmaya çalışarak ( sık sık kurtulamadığı; böylece hiç kurtulamayacağı sonucuna vararak); yani rahatsız olarak yaşamak yaşadığımız sorunun bize olan doğal etkisini artırır.

Kabullenmek esasında muhatap olunan sorunu önemsememektir. Kişi bir sorunu önemsemez ise beyni de önemsemez. (Çünkü beyin kişinin yaklaşımından alır mesajlarını). Haliyle beyin önemsemeyince tetiklediği duygular da depresif nitelikli olmaz.

Kişi bu süreçte yaşadığı ana mahkum olmazsa; yani hayatında sahip olduğu tek şey depresyonuymuş gibi düşünme adaletsizliğine düşmezse eski haline daha çabuk döner. Orta halli durumlarda ayrıca psikolojik destek; çok daha ileri boyutta ise ilaç desteği de alınabilir pekala.

Bu arada hemen belirteyim ki depresyon bence bir hastalıktan çok cezadır. Neyin cezası? Depresyon; düşüncede adil olmayışımızın cezasıdır. Çünkü kişi yaşamındaki en az elli varını değil de tek bir sıkıntısını önemseme; elli artısını bir kere bile düşünmeme lakin bir sorununu -o da gelip geçici üstelik- en az elli kere düşünme; sürekli onu kurcalama adaletsizliğini seçmiştir. Vicdanı da ona adı o; bu ya da şu ama sonuçta özü sıkıntı olan bir cezayı kesmiştir.)

HOCAM SON OLARAK; PSİKOLOG İLE PSİKİYATRİST ARASINDAKİ FARK NEDİR

Malum; yağmur yağdığı için değil; şemsiye kullanmadığımız için ıslanırız. Psikiyatristler yağmuru vaktinden önce dindirmeye; psikologlar ise şemsiye kullanmayı öğretmeye çalışır. Yağmur eninde sonunda dinecekse; mühim olan bu süreçte ıslanmamaksa bu da çözümdür.

Psikiyatristler (en azından önemli bir bölümü) karın şiddetine; soğuğun üşütmesine bakarak kışı tabiat bozukluğu olarak görür; psikologlar ise ilahi hikmete yakın davranır; kışla savaşılmayacağını; nasıl olsa yazın geleceğini bilir; sabrı hatırlatır; bu süreçte en fazla destek olur.

Son dönemde artan ve psikiyatristliğe özenen yığınla psikolog ile psikolog gibi çalışan -ki bu son derece normaldir; böyle olması gerekir- psikiyatristlerın durumu farklı tabi ki!

Psikolog
İzzet Güllü
MDH