Gecikmiş dil gelişimi sorunu uzun yıllardır çocuk sağlığıyla ilgilenen farklı disiplinlerdeki birçok klinisyenin ilgisini çeken bir konu olmuş ve çoğu zaman işitme kaybı; zihinsel engellilik; yaygın gelişimsel bozukluklar gibi çocukluk çağı bozukluklarının veya iki dilliliğin (bilingualism) bir belirtisi (semptomu) olarak görülmüştür.
Genel olarak çocuklar konuşmayı kolay ve hızlı bir biçimde öğrenmektedir. Babıldama sesleri çıkaran bebek ilk bir yıl içinde sözcükler söyleyen çocuk haline dönüşmekte 2-3 yaş civarlarında da birkaç yüz sözcük dağarcığına ulaşmakta ve 4 yaşına geldiğinde ise artık karmaşık cümleler ve sintaks kurallarını içeren ifadeler yerini almaktadır. Ancak bu süreç her çocukta aynı kolaylıkta gerçekleşmemektedir.
Dil; insanların iletişimde bulunmak amacıyla geliştirdikleri bir anlaşma aracıdır. İnsan gereksinimlerini karşılamak amacıyla başkalarını kontrol etmek; gördüğünü; kokladığını; algıladıklarını; paylaşmak ister. Bireyler günlük yaşantılarında ilişki kurma; koruma; bilgi edinme; bilgi aktarma; istek belirtme; amaçlara ulaşma gibi pek çok amaçla dili kullanır (Topbaş; 1999).
İletişim; insanlar arasındaki etkileşimdir. Dil; bu iletişimi sağlayan araç; konuşma ise aracı iletme yoludur (Konrot; 1991). Konuşma; sözel dilin seslerle ifade biçimidir. Motor hareketlerin kullanımını gerektiren fiziksel; psikolojik ve nöro-fizyolojik bir süreç olarak tanımlanan konuşma eylemi; insanda işitme ve ses yolu kullanılarak konuşma işlevinde görev alan bazı organlar yardımıyla düşüncelerin sesli semboller ile kodlanması olayıdır (Topbaş; 2003).
İnsanlarda; düşüncelerini ifade etmek için sembolleri kullanma ve kodlama yeteneğinin doğuştan bulunduğu kabul edilmektedir. Bebeklikten başlayarak çocukların tüm okulöncesi döneminde anne-babalar; çevresindeki yakınları ve öğretmenleri çocuklarla etkileşim içinde bulunarak; anlamlı dil girdilerini sağlayıp; bu yeteneği harekete geçirmekte ve çocuğun ana dilini kazanması için gerekli ortamı hazırlamaktadır. (Gleason; 1993).
Çocukların sözcük dağarcıkları hızla geliştiği gibi; cümleler ile akıcı bir iletişim kurmayı da giderek artan bir beceri ile başarmaktadırlar. Böylece çocuklar; doğuştan gelen yatkınlıklarını da kullanarak; belirli bir yaşta; öğretim olmaksızın şaşırtıcı bir hızla ve kolaylıkla dili öğrenmektedirler (Topbaş; 2003).
Bir çocuğun dil gelişimi özellikleri kronolojik yaşından beklenenden geri ise ve yavaş ilerliyorsa fakat gelişimin diğer boyutlarında normal bir süreç izliyorsa bu durumda gecikmiş dil gelişimi sorunu söz konusu olmaktadır. Bu çocuklarda sınırlı sözcük dağarcığı; iletişim sırasında dili kullanırken yaşıtlarından farklı performansa sahip olma veya konuşma seslerinin üretiminde bozukluklar göze çarpan özelliklerdendir. Ancak unutulmamalıdır ki motor gelişim; kişisel sosyal gelişim özellikleri ile soyutlama ve nedenselliği içeren sözel olmayan (nonverbal) testlerdeki işlevsellikleri normal özellikler göstermektedir (Bishop; 1992).
Dil; bilişsel süreçlerde de aktif bir rol oynamaktadır. Bilişsel süreç; düşünme; algılama; bellek; öğrenme ve problem çözme gibi etkinlikleri içerir (Eisenson; Ogilvie; 1983). Çocuklar bu süreçleri ve bu sürecin ürünlerini dil yoluyla gerçekleştirir. Öğrenme olgusunun gerçekleşebilmesi için dil yoluyla gelen bilgilerin doğru biçimde kodlanıp; depolanması ve gerektiğinde kullanılmak üzere anımsanması gereklidir. Hem normal dil gelişim sürecinde hem de dil bozukluklarında işitsel dikkati odaklama; yönlendirme; işitsel bellek ve algı oldukça önemli bir role sahiptir (Eisenson; Ogilive; 1983; Gathercole; Servise; Hitch; Adams ve Martin; 1999; Pickering; 2002; Carrow; 1988).
İşitsel algılama ile ilgili sorunlar; okuma ve öğrenme bozuklukları ile birlikte görülebilir. Bu durumlarda çocuklar sesin yerini belirleme; fonemlerin birbirinden ayırdedilmesi ve fonem dizilerinin biribirinden ayırımı konularında yetersizlik gösterebilir (Rack ve ark.; 1994).
Gecikmiş dil gelişimi tanısını almış çocukların bir kısmı yaşları büyüdükçe normal süreçlere yaklaşsa da bir kısmında bazı dil sorunları kalıcı hale dönüşebilmektedir. Gecikmiş konuşma olgusunun; çocuklar için akademik öğrenme açısından bir risk oluşturduğu ifade edilmektedir (Aram; Ekelman; Nation; 1984). Bununla birlikte Thal’in (1991) yaptığı bir çalışma gecikmiş dil gelişimi sorunu olan çocukların yaklaşık %30 kadarının ilkokul çağına geldiklerinde sözel ya da yazılı anlatım güçlüğü sorunu yaşama riskinin olduğunu göstermiştir.
Okuma güçlüğü sorunu bulunan çocuklarda özellikle konuşma ve dil gelişimi problemleri oldukça sık rastlanılan bir konudur (Maxwell; Wallach; 1984; Weiner; 1985). Son yıllarda okuma güçlüğü ile ilgili algısal temelli kuramların yerini dil temelli kuramlar almaktadır. Bu kuramlara göre; okuma güçlüğü olan olguların çoğunun gelişim öyküsünde dil bozuklukları bulunmaktadır. Bu çocuklar sesleri sınıflandırma; ayırt etme gibi işitsel ve fonolojik bellek süreçlerinde sorun yaşayabilmektedirler (Vellutino; Scanlon ve Tanzman; 1998; Snowling; 2001; Rescorla; 2000; Serniclaes; Sprenger; Carre ve Demonet; 2001).
Wetherby ve arkadaşları (1988) yaptıkları bir çalışmada; iletişimi başlatma ve sürdürmedeki zayıflığın geç konuşan çocuklarda konuşulanları algılamama ; tanımama; dikkati odaklayamama; dinlememe gibi sorunların göstergesi olabileceğine dikkat çekmektedirler.
Dikkat; bellek ve okuma süreçlerini okul öncesi dönemden başlayarak inceleyen Lamm ve Epstein (1999)’ın çalışmaları anaokul dönemindeki çocukların bir yıl sonraki okumayı öğrenme alanında yaşadıkları başarısızlıkları yordamada sözel iki kanallı dinleme testlerinin oldukça güvenilir bir araç olduğunu göstermiştir. Okumayı öğrenme ve iki kanallı dinleme testinde zorlanan birçok deneğin hece kombinasyonlarını eşleştirme işlevlerinde başarısız oldukları da bulunmuştur.