Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Ruhsuz Meslek İcrası; Kaskatı Bir Yapıya Hapsedilen Ruhlar ve Yitirilen Mutluluklar

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
RUHSUZ MESLEK İCRASI; KASKATI BİR YAPIYA HAPSEDİLEN RUHLAR VE BU UĞURDA YİTİRİLEN MUTLULUKLAR

Bir işin icrasında işi insana has kılan sıcak ve dinamik özellikleri dudak bükerek dışlayanlara; bu vazifeyi sadece unvanlarından kaynaklı bilgi işi olarak görenlere artık eskisi kadar şanslı olmadıklarını söylemek istiyorum. Çünkü devir bilgisayar; yazılım; robot ve makinalar devri. Artık insanın yaptığı bir çok şeyi bazı makinalar da pekala yapabiliyor. Hatta insanlardan çok daha başarılı; daha az hatalı olarak. Üstelik de ne insana özgü kaprisleri; ne manasız havaları ne de sürekli artan; bir türlü doymak bilmeyen istekleri var! Yılda bir - iki rutin bakım onlar için fazlasıyla yeterli.

İşimize insanlığımızı katamayacaksak; sözgelimi hekimlik işini sadece "bir - kaç şikayete bakma; ona göre teşhis koyma ve ilaçlarını kağıda yazma” rutini olarak algılayacaksak zamanı geldiğinde kişilerin şikayetlerini bir ekrana tuşladıkları; Alman yapımı makinenin ise alttan hemen hastalığın adını koyup ilacını çıktı olarak verdiği bir robotik sisteme nasıl “hayır” diyebilirsiniz ki. Geriye kalan tek ihtiyaç olan ilacı ise zaten dışarıda eczaneler vermiyor mu!

Maazallah böylesi bir durumda yapılacak tek sızlanma gerekçesi “işimizi kaybediyoruz” un ötesine geçebilir mi! Hem bir çok işsizin olduğu bir dünyada bu iş bazlı sızlanma kimin ne kadar umurunda olur ki! Böyle bir durumda anında semaya yükseleceğini zannettiğim; “Ama biz on yıl okuduk” tezine; “Valla bu bizim sorunumuz değil kardeş. Keşke beş okusaydın da öyle işsiz kalsaydın tabi ki daha az acı duyardın” denilmez mi!

Bir meslek elemanını; sözgelimi avukatı; mühendisi; doktoru önemli; yaptığı işi de makineninkinden daha değerli kılan salt beyindeki kuru bilgi meselesi değildir; onu demeye çalışıyorum. Eğer öyle olsaydı cd lerin veya hafıza kartlarının daha pahalı olması gerekirdi. Çünkü bu ufacık araçlarda daha fazla bilgi mevcut olabiliyor.

Herhangi bir çalışanı beynine depoladığı bilgi ile izah edilemeyecek derecede önemli kılan insani ve ilgili meslek vasıflarıyla donanmış olup olmadığıdır. Diğer bir anlatımla işini nasıl yapıp yapmadığıdır. Bu nedenle hastaya “hoş geldin dememek; hastanın yüzüne bile bakmamak; aktif dinlememek” gibi yaygın iletişim hataları (genellemiyorum; geneli tenzih ediyorum) ortada gün gibi dururken yapılan işin tam ve doğru olarak ifa edildiği söylenilebilir mi! Çünkü sağlıklı iletişim tedavi için; hastalığın doğru anlaşılması için gerekli bir araçtır.

Bu sadece hekimlik için mi böyle! Eğer işi resmi bir kağıda mühür basmak olan biri işini sadece mührü eline alıp kağıda dokundurmak ile sınırlı algılarsa yakın bir gelecekte ekmeğini mühür basan bir makinaya kaptırdığında; sonunda da işsiz kaldığında diyecek hangi sözü bulabilir; yokladığı umursamazlık yorgunu dimağında!

Halkla ilişkilerin uzmanı olan; iki ya da dört yıl sırf bu işin eğitimini alan bir diğeri bu işte uzman olmayan sıradan bir görevliden farklı davranamayacaksa; o da asık ve irrite edici bir bakışla zar zor “buyurun” diyecekse oraya daha içten gülen bir insan yüzü posteri asılmasının ve çok daha sıcak bir dille “hoş geldiniz” diyen bir teyip kaydı - bantı konulmasının ne mahzuru bulunabilir ki! Geri kalan iletişim kağıt ya da internet marifetiyle bile sürdürülemez mi!

Sürekli doğru model olma; davranış kazandırma gibi asli işleri zor diye yabana atar; bir nesil inşa etme işi olan eğitimi sadece kitaptan metni okuma; bazı bölümlerini tahtaya yazma; sonra da çocuklara deftere geçirmelerini söyleme ile sınırlı algılar ve böyle davranırsak niçin on binlerce kişiye her ay düzenli maaş ödensin ki! Bu sınırlı ve salt aktarmaya dayalı olan iş tüm derslerin anlatıldığı; üstelik interaktif bir ortam da sunan bazı cd’ler yahut bilgisayar yazılımları – programları marifetiyle yapılamaz mı! O halde öğretmeni bu tür programlardan; eğitimi de karşı tarafa kuru bilgi aktarma odaklı mekanik işten daha öte ve anlamlı kılan bir şeyler olmalı değil mi!



İş yaşamındaki pek çok kişide aldıkları ücreti sırf üniversite okudukları için hak ettikleri; çalıştıkları için ayrıca bir haklarının olduğu ama bunu alamadıkları gibi bir psikolojik hava ve mantalite mevcut. Evet çevremde gördüğüm; uzaktan ya da yakından izlediğim bir çok kişi; “Ben maaşımı zaten okuduğum için hak ettim. Peki çalıştığımın karşılığı nerede” der gibi konuşuyor ve davranıyor sanki! Hele hele de bu zeka fukarası mantalite normal eğitim süresinden bir kaç yıl fazla okuyanlarda öyle yaman boyutlarda oluyor ki! Bu tip düşünen; böyle düşündükleri için işlerinden zamanla geri çekilen; vazifelerini babasının hatırı içinmiş gibi oflaya poflaya yapan kişilere ne desem bir şey değişmeyecektir; biliyorum. Ancak bu kişiler kendilerine şu doğru soruyu sorarlarsa onlar için; tabi ki muhatap oldukları insanlar için de çok şey değişebilecektir! O doğru olan ve mutlaka sormaları gereken soru şudur:

Şayet ben aldığım maaşı sırf okumakla hak ettiysem; devlet dışarıda işsiz gezen binlerce okumuşa bana verdiği gibi neden maaş vermiyor? Böyle olsaydı bunu benim vicdanım kabul eder miydi? Öyle ya; sırf okumuş olmakla hak edilmiş olunsaydı bu uygulamayı herkesin makul bulması icap ederdi.

Öyleyse ne vazifelerimizi ne de kendilerimizi asla yerimiz dolmazmış gibi yaparak abartmamalıyız Hem işimizin hem de bize bu imkanı sunan; yani maaşlarımızı vergilerinden aldığımız; dolayısı ile efendisi değil hizmetkarı olduğumuz insanların kıymetini bilmeliyiz. Onları kaçırdığımız bakışlarımızla; umursamaz sözlerimizle; tersleyen tutumlarımızla her gün defalarca yaralamayı bırakmalıyız.

Hangi işi yapıyor olursak olalım oraya dünyanın en zeki kişisi olduğumuz için ya da çok büyük ve deha ürünü buluşlar yaparak gelmediğimizi; ücretlerimizin bizlere yaptığımız işin (ve bizlerin) çok özel oluşu dolayısı ile değil; herkesin refah içinde yaşaması vb. politikalar nedeniyle verildiğini bilmeliyiz. Bizimkilere denk işlerde nice kişinin nice düşük ücretlere çalıştıklarını unutmamalıyız.

Evet unutmamalıyız ki nankör olmayalım. Bu ve diğer gerçekleri bilmez; bilir de bilmezden gelir yahut unutursak nankör olmamız; işimize ve hizmet bekleyen yığınla insana -her yerde sıklıkla gördüğümüz gibi- kem gözle bakmamız kaçınılmaz olacaktır.

BAŞKASININ GÖNÜL TARLASINA RÜZGAR EKEN KENDİ RUHUNDA FIRTINA BİÇER

Bilmezsek nankör; nankör olunca işe ve kişilere yoz ve hoyrat davranmak kaçınılmazdır. Bu ise zamanla insanda yapısal bir özellik halini alır. Böylece kişi farkında olmadan psikolojisini yıllar içinde ördüğü bu ruhsal hapsin zindanına atar. Bu karanlık ruhsal zindan da kendisini şirin çocuklarına; anlayışlı eşine; ilgi dolu ailesine; güzel işine; velhasılı onca varına; çok az yokuna rağmen günbegün boğar. Boğulan ruh olduğunda canı çıkan mutluluğu ve hep uzaklarda aradığı huzurudur ne yazık ki.

"Mutluluğu sadece hayata bakış açında değil; insanlara yaklaşım açında ara"

Psikolog
İzzet Güllü
MDH