Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Şehit Cenazesi Görüntülerinin Psikolojik Tahlili

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
ŞEHİT CENAZESİ GÖRÜNTÜLERİNİN PSİKOLOJİK TAHLİLİ: ŞEHİT CENAZESİ GÖRÜNTÜLERİ HABER UNSURU OLARAK KULLANILMAMALIDIR

HALBUKİ OLAĞAN OLAYLARIN HABER DEĞERİ YOKTUR

Ali ekmek yedi; Mehmet su içti; Orhan uyudu; Burhan kahvaltı yaptı; Hüseyin yürüdü; Ayşe okuldan evine döndü diye haber yapılmaz. Çünkü normal akışın ve işleyişin dışında gelişen konular ancak haber değeri taşır. Hatta bu gerçeği anlatmak için habercilik camiasında; "Köpeğin adamı ısırması değil; adamın köpeği ısırması haberdir" diye güzel bir anekdot da dolaşır.

Bu bağlamda; esas olan yaşamaktır. Çevremize baktığımızda gördüğümüz herkes yaşar ama herkes o anki zaman diliminde ölmez; bu yüzden ölmek sıra dışı ve istisnai bir durumdur. O yüzdendir ki insanların yaşaması değil; ölümü haber değeri taşır. Bu nedenle de şehit olmak bir haber konusudur; haliyle bu olayın duyurulması gerekir. Evet; her şehit haberi ekranlardan duyurulabilir; duyurulmalıdır da. Çünkü haber almak; haberdar olmak sosyal bir haktır.

ANCAK CENAZEDE ÜZÜLMEK OLAĞAN BİR TEPKİDİR

Ancak ölüm törenlerinde; özellikle de şehit cenazelerinde üzülmek sıra dışı olarak gelişmiş; istisnai yönü olan (anormal) bir durum değildir. Buradaki tepkiler haliyle eşyanın tabiatına uygun; son derece normal ve insani tepkilerdendir. Çünkü her cenazesi olan ağlar ve üzülür.

Peki genel akışa uygun; son derece olağan olan bu tepkiler neden anormalmiş gibi yapılarak haberlere konu edilir? Yazımın ilk cümlesinde değindiğim hiç bir normal şeyin haberi yapılmazken cenazede ağlamak; üzülmek gibi son derece olağan tepkilerin sanki anormalmiş gibi haberinin yapılması gerek mantık; gerek genel işleyişe aykırılık gerekse de ülke savunması ve toplum ruh sağlığı bakımından büyük bir sakınca oluşturmaktadır.

GÖNLÜMÜZ ARZU ETMEYEBİLİR. BU AYRI BİR MESELEDİR. ANCAK ÜLKE OLMAK; DEVLET KALABİLMEK BAZEN BEDEL İSTER

Her sevilen – yakın kişi kaybı sonrasında yaşanılan bu doğal – insani tepkilerin anormal bir durummuş gibi yapılarak sıklıkla; özellikle de uzatılarak; en çok da dramatize edilerek verilmesi ülke güvenliğimizle ilgili olan ve sabır; kararlılık; direnç; bazen de bedel gerektiren hayati meselelerde (arzu edilen bir durum olmayabilir ancak ülke olmak bazen bedel ister. "Ben ülkeyim ama bedel ödemem" diyen toplumlar günü geldiğinde en ağır bedelleri öderler) toplumun ümit; sabır; direnç; en önemlisi de tolerans gücünü düşürebilmektedir.

DİKKAT! OLUŞTURULMUŞ TOPLUMSAL BASKI YETKİLİLERDE YILGINLIK; O DA ÜLKE ALEYHİNE TAVİZLER DOĞURABİLİR

Bu durum; yol açacağı toplumsal psikoloji ve kitlesel nitelikli ortak algı ile ülke yöneticilerini baskı altına alabilir; abartılı bir stres ile gereksiz telaşa düşürebilir. Hissedilen bu yoğun stres ve baskı sorumluları; çözüm için her yolun denenmesini mübah kılabilecek tavizkar bir zemine zorlayabilir.

Bilinçli olarak içine düşürülen bu algı ve anlayış ise ülke menfaatlerine yönelmiş terör odaklarının ekmeğine yağ sürebilir. Mesela düşük yoğunluklu bir kaç eylemle bile ülkenin direncinin kırılmaya başlayacağı ya da toplumun tahammül ve tolerans gücünün tükeneceğini düşünmelerine; bu düşünce de karanlık emelleri için eylemlerini (belki de artırarak) sürdürmelerine yol açabilir.

“ARTIK YETER” DEMEK BİR BAKIMA “VER DE KURTUL” DEMEKLE AYNI MANAYA GELİR. OYSA VEREN HER ZAMAN KURTULAMAZ.

Oysa ülke olmak; değerli bir vatana ve bağımsız bir devlete sahip olmak yeri geldiğinde bedel ödemeyi gerektirir. O bedeli vermeye yanaşmayan; muhatap oldukları her bedelde “artık yeter” diye tepki verir hale gelen / getirilen toplumlar düşmanlarına açıktan olmasa da örtük bir biçimde; “Sabret; sakın yılma; bize bir süre bedel ödet; sonra da istediğini al” demiş olurlar. Niyetlerinin böyle olup olmaması potansiyel sonucu fazla değiştirmez.

ÇANAKKALE’DE; DUMLUPINAR DA BEDEL ÖDEMEK DOĞRUYDU DA ŞİMDİ Mİ YANLIŞ

Ülke olmak; topraklarını ve insanlarını koruyabilmek; özgür ve bağımsız kalabilmek yeri geldiği zaman; “Bizler bu bedeli Çanakkale’de ödedik. Kurtuluş savaşı yıllarında da. Gerekirse şimdi de öderiz; nitekim ödüyoruz da” diyebilmeyi gerektirir. Yukarıda da belirttiğim gibi; “Ne pahasına olursa olsun; artık bitsin; yeter” demek ülkeye musallat olmuş düşmanları daha çok azdırabilir. Üstelik de uyuyan başka düşmanları harekete geçirmekten başka da bir işe yaramayabilir.

FARKINDA OLMADAN ŞEHİTLİK MAKAMI ONUR DEĞİL; İSYAN DUYULACAK BİR OLGU HALİNE GETİRİLİYOR

Toplumumuz; söz konusu yayınlarla ve nadir de olsa ekranlarda görülen “artık bitsin; yeter” feryatlarıyla şehit olmakla övünen bir toplum olmaktan uzaklaştırılabilir. Bu süreç; söz konusu kayıpları manasız kayıplar olarak algılama; çabucak yılgınlığa düşme ve yıldırıcı nitelikli her tehditte “ver de kurtul” deme anlayışını besleyebilir ki bu tür insanların çoğunlukta olduğu toplumların bağımsızlığını koruyabilmesi oldukça zor olur. Bu ve benzeri sonuçlar ülkemizin güvenliği bakımından son derece ciddi bir risk oluşturmaktadır.

DEMOKRASİ; BEDEL ÖDEMEDEN ALMANIN YA DA VERMENİN BİR YOLU OLMAMALIDIR (TABİ Kİ TOPRAK; BAĞIMSIZLIK GİBİ ASLA MEŞRU GÖRÜLEMEYECEK TALEPLERDE)

"Bu sorunun çözümü demokraside. Demokrasiyle aşacağız..." ve dahası. Bu çok değerli kavram; ülke bütünlüğüne ve çıkarlarına yönelmiş olan her illegal tehdidin ve talebin bedel ödemeden alınabilmesinin (ya da bunun hayalinin; umudunun) meşru bir yolu ve zemini haline getirilmemelidir.

Böylece; talepleri demokratik olmayan (gayri meşru) tüm illegal unsurlar "almak istiyorlarsa" bedel ödemek zorunda olduklarını; karşılarında ise ilgili konuda gerekli bütün bedelleri sonuna dek ödemeye hazır tavizsiz; dik ve dirençli bir toplum / ülke olduğunu görmelilerdir.

Önce bu doğru algıyı oluşturmak; sonra da onu doğru bir zemin üzerinde sonuna dek yönetmek yetkililerin en hayati görevi olmalıdır.

Psikolog
İzzet Güllü
MDH