Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Hız Çağının Hiperaktif Aşkları

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
Yükselen değerler: Narsisizm ve Hedonizm

Hayallerim; aynam ve ben…

Aşk çok bilinmeyenli denklem; aşk tanımlanamayan; sınırlandırılamayan; değişen; gelişen; insanla evrilen; insanla şekillenen; insanı şekillendiren kavram…
Aşktan bahsetmeye kalktığımızda önce belli noktalarda sınırları belirlememiz şarttır; çünkü aşk kavramı gerek çeşitliliği; gerekse meydana geliş sebepleri açısından yüzyıllardır; psikologların; sosyologların; yazarların; sanatçıların; bilim adamlarının ve hatta ekonomistlerin merceği altındadır.

Bu yazıda üzerinde duracağımız kadın-erkek arasındaki romantik aşktır.
Romantik aşk da; yüzyıllar boyunca sürekli içerik ve ifade açısından değişmiş; içinde bulunduğu çağın özelliklerini her zaman sahiplenmiştir. Aşk; insanla beraber her kılığa girdiği için belki de bu kadar tanımsız; belki de bu kadar üzerinde çok düşünülen ve konuşulan bir kavram olarak geçerliliğini sürdürmektedir. İnsanlığın geçirdiği çağlar ve gelişim evreleri boyunca; aşkın tanımı farklılaşmıştır.

Aşk özellikle son 50 yılda çok ciddi ve hızlı bir değişim içerisine girmiştir. Şu son yarım yüzyıldaki kadar; hiçbir zaman insanlık bu derece yoğun bir aşk trafiği yaşamamış; bu kadar çeşitlilik deneyimlememiştir. Çiçek çocukların dönemindeki özgürlük dalgası dahi; insanları günümüzdeki kadar cüretkar bir seviyeye getirmemiştir. Peki bunun altında ne vardır? Ne olmuştur da; 1800 lerin masumiyet; mahremiyet; melankoli ve depresif romantizm çağı günümüzün narsisizm; hedonizm; teknoloji ve tüketim çağına dönüşmüştür?

Son yıllarda gerek yurt içinde; gerekse yurt dışında çifler ve evlilikler için en sık bahsedilen konu; ayrılmalar; boşanmalar; şiddetli geçimsizlikler olmuştur. Kişilerin ilişkilerinde gösterebildikleri sabır; metanet; esneklik seviyeleri gitgide düşmekte; toplum artan bir oranda bireyselleşmektedir.

Günümüzün aşkları; hız ve teknoloji çağının da etkisiyle; gitgide hiperaktif bir görünüm almaktadır. Kişiler artık partnerlerini; kendilerinden ayrı-farklı bir kişi olduğu için değil; kendilerine daha çok benzediği; aynaladığı; pohpohladığı; egosunu bir şekilde yükselttiği için tercih etmeye başlamışlardır. Hız ve haz ilkesi her noktada önümüze çıkmaktadır. Kişiler ilişkiden ilişkiye; duygudan duyguya çok çabuk geçişler yapmakta; aşkı cinselliğe ve fiziksel zevklere indirgemekte; bir şekilde beğeni ve ihtiyaçlarımızı tatmin etmediği noktada da hemen yeni limanlara yelken açabilmektedir. Çeşit ve renklilik beklentisi; uç noktalardaki hayatlar; marjinal kişilikler; sadece aykırı olabilmek uğruna her şeyi protesto edenler gitgide maddenin manasını kaybettirmekte ve aşk zannedilen doyumsuz arayışlar sürmektedir. Bu bakımdan fren mekanizmasının çalışmadığı hiperaktiviteyle benzerlik göstermektedir. Sürekli farklılık; değişim ve renklilik arayışı çığ gibi büyümekte ve bireyi “ağ” içersine almaktadır. Aralıksız olarak eğlendirilmeyi; tatmin edilmeyi; mutlu olmayı isteyen birey; bu konuda kendisinin çaba sarfetmesi gerekliliğini unutmuşa benziyor. Mutluluğun anahtarının kendini değil; başkalarını mutlu etmekten geçtiğini; bunun büyük tatmin sağladığını bilmeyen neo romantikler; şişirilmiş egolarının seviyesini korumak için ne ile doldurduklarına bakmadan niceliksel anlamda aşk arayışlarına devam ediyorlar…

Aşk birçok şekilde meydana gelir: Aynı ortamda bulunmak; aynı zevkleri paylaşmak; yoğun bir heyecan sonrasında karşılaşmak; adrenalini bol ortamları paylaşmak; kişilik yapısı ve fiziksel özelliklerden hoşlanmak; birbirini tamamlamak; bilinçdışı şemaları karşılamak gibi birçok sebep bizim kime aşık olacağımızı belirler. Ancak bugün öne çıkan; bize kendimizi iyi; önemli; değerli; farklı hissettiren; ihtiyaçlarımıza duyarlı; bizi narsisizmimizi tetikleyecek kadar zorlayan ve elde etme isteği yaşatan; ancak elde edildiğinde de çabuk tüketim araçları gibi değerini yitiren aşklardır.

Aşk; tıpkı egolarımızda da olduğu gibi; içi boşalan; görüntüsü ve etiketi ön plana çıkan bir kavram olma yolunda ilerlemektedir. Adeta ticari bir tema haline dönüşmüş; alınıp satılması; pazarlanması; bir tasarım ürünü olarak sunulması ve belli kalıplarda önümüze sürülmesi doğal hale gelmiştir. Ekonominin önderliğinde; kimlere; nasıl; hangi şartlarda ve ne süre ile aşık olacağımız telkin edilmektedir. Kişinin bireyselliği; tehlikeli boyutlarda ön plana çıktıkça; ikili ilişkilerin en büyük bileşenlerinden olan; özveri; sabır; metanet; anlayış;esneklik; tevazu; empati; beklentisizlik değer kaybetmekte; “sev beni seveyim seni” anlayışı; “ayna ayna söyle bana; benden güzel var mı dünyada” anlayışıyla üst noktalara varmaktadır.

Teknolojik Aynalarımız: MSN; Facebook; MySpace; Twitter

1950-1960 kuşağı çocukları; günümüze göre çok daha baskıcı; disiplinli; kurallı ailelerde büyüdüler. İsrafın ayıp hatta günah sayıldığı; maneviyatın içinin doldurulduğu; daha tevekkel; örf ve ananelere daha bağlı bir kuşağın çocuklarıydılar. Ancak bu çocuklar büyürken farklı değerler geliştirdiler. Bir şekilde içinde bulundukları durumları “mahrumiyet” diye isimlendirerek; kendi yaşadıkları eksiklikleri; o eksiklikleri hiç yaşamamış çocuklarında fazlasıyla telafiye çalıştılar. Maddi imkanlarının el verdiği ölçüde; hatta kendilerini zorlayarak; çocuklarına yok kavramını farkettirmemeyi; sabır ve çabayı kolaylaştırmayı; kendi saptadıkları ihtiyaçları çocukların önüne gereğinden fazla yığmayı; buna rağmen tatmin duygusu yaşayamayan; sürekli kendinde olmayana özenerek elindekine kıymet vermeyen bir nesil için kendilerini paralamayı ideal ebeveynlik saydılar. Bu durum ışığında 13-25 yaş arası gençlerde gelinen nokta düşündürücü bir hal aldı. Bu gençler her şeyden önce kendilerine yönelen; kendilerinin önemli; özel; değerli ve farklı olduğuna tüm kalpleriyle inanan; bunun için bir gayret sarfedilmesi gerektiğinin farkında olmayan; sorumluluk duygularından özenle uzak tutulmuş; kendi bireyselliklerini internet araçları ile pekiştiren; egoları şişirilmiş gençler haline geldiler. Bu kadar kendilerine dönük ve internetle sosyalleşen bir hayat yaşamaları da insani duygulardan; en önemlisi “empati” den son hızla uzaklaşmalarına sebep oldu. Aynı şey; daha düşük seviyelerde; 25-40 yaş arasında da gözlenmekte. Ergenler kadar yoğun internet ve teknolojiye maruz kalmasalar da bu grup da iletişim; ilişki ve aşk kavramının gitgide son derece benmerkezci ve haz odaklı olması sonucunda kendilerine ikinci bir hayat veya alternatif bir hayat kurmaya başladılar. Gerek boşanarak; gerekse aldatarak; ve her ikisi için de çoğunlukla internetten ilham alarak…
Sonuçta geldiğimiz noktada aşk günümüzde her zamankinden bencildir. Herkes kendi istek ve ihtiyaçlarına odaklandığından; daha da mühimi; esas önemli meselenin de bu olduğuna yürekten inanarak veya inandırılarak; işin ruhunu hızla gözden kaçırmaktadır. Sosyal bir hayvan olan insan gitgide kendi yalnızlığına büyük bir reklam ve promosyon kampanyası eşliğinde itilmekte; dünya ekonomisi belki kendi adına bundan çok fayda görmekte ancak ademoğlu; depresif bir yalnızlık girdabına sürüklenmektedir. İnsanı insan yapan en önemli kavram diğer insanlardır ve aşk; insanın en önemli yakıtlarından biridir. Tüm bünyeyi değiştirebilen; içte ve dışta çok ciddi tezahürleri olan; büyüten; olgunlaştıran; yaşatan; öğreten; insana kendini; insana tanrıyı anlatan en önemli kavramdır.

Biz Mevlananın; Yunus Emrenin torunları; onların öğretisini; onların ruhunu bir şekilde aklımızda; yüreğimizde; genlerimizde; ortak bilincimizde taşımanın verdiği şans ve gücü kullanmaktayız. Anadolu; hala her zamanki gibi bir geçiş ve kültürlerin kaynaşma noktası olma özelliğini sürdürdüğünden; doğunun mistisizmi ve batının makyavelizmi arasında kendi topraklarımızın maneviyatını koruma ve zenginleştirme gayretindedir.
Ekonomik ve sosyolojik olarak ciddi kırılmalar yaşanan ülkemiz; aşkın da farklı uçlarda sahnelenmesine seyirci olmaktadır. Uçların yaşandığı yerlerde; dengeyi sağlamak adına her zaman zıtlıklar gözlenir. Bireyselliğin dayatıldığı; benin ve hazzın ön plana çıkarıldığı; özgeci faydacı; şova ve tüketime yönelik aşk anlayışına karşılık; inanç mekanizmalarının sömürüldüğü; kişiyi bir yalnızlıktan diğer bir yalnızlığa itecek; kendini sıfırlayacak ve sadece kendisine dayatılan bazı kurallarla yaşayabileceği alternatif bir uç gösterilmekte ve kişinin temel taşlarından birini oluşturan “inanç” kılığında sergilenmektedir.
Aşk insanlığın; toplumların; kişilerin en önemli ifade araçlarından biridir ve değişen aşk anlayışı; değişen dünya düzeni; toplum ve değerlerin en önemli göstergesidir. Bugün kırılma noktaları yaşayan aşk kavramı; daha ciddi sorunlara dikkat çekmektedir. Toplumların; bireylerin ve inanç mekanizmalarının kırılmaları yeni bir dünya düzeninin sinyalleri olabilir. Globalleşen bir dünyada kendimizi kapatmamız ve dalgalanmalardan kaçınmamız imkansızdır ancak gelen dalgalardan sağlam ve esnek duvarlarla korunmamız mümkündür. Aşk; evlilik; ilişkiler; aile kavramı; cinsellik konularında çok daha ciddi ve detaylı bir şekilde bilinçlendirilen bireyler; ekonomik ve siyasi dalgaların verebileceği zararlardan gerek kendilerini; gerek sevdiklerini; ailelerini ve evlatlarını koruyabilecek; daha güvenli- bilinçli nesiller yetiştirebilecek; internet ve medyanın virüslerinden kendilerini sıyırabileceklerdir

Psk. Burcu Atatür Yüksel
Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği – İzmir Şube Başkanı
Cinsel Terapist – Evlilik Terapisti