Küçük balıkları onları yiyen bir büyük balıkla akvaryuma birlikte koyarsanız ne olur? Büyük balık küçükleri yer.
Bir laboratuarda deney yapılıyor. İçinde bir büyük ve çokça küçük balığın olduğu kocaman bir akvaryum konuyor. Haliyle; büyük olan acıktıkça küçükleri yiyor... Daha sonra akvaryumun ortasına dikey bir cam yerleştiriliyor . Böylece akvaryum ikiye ayrılıyor. Büyük balık bir tarafa küçük balıklar da diğer tarafa yerleştiriliyor. Büyük balık cam bölmeyi geçmek ve küçük balıkları yemek için defalarca deneme yapıyor. Bu durum tam 28 saat boyunca sürüyor. 28 saatin sonunda büyük balık artık diğer tarafa geçmek için mücadele etmeyi bırakıyor. Deneyin sonunda cam bölme kaldırılıyor. Çok ilginç bir şey oluyor!!!
Büyük balık küçükleri yemek için hiç bir hamle yapmıyor. Saatler geçtiği halde onları yemediği görülüyor.
Buna ve bunun gibi başka deneylere psikolojide "Öğrenilmiş Çaresizlik" deniyor. Öğrenilmiş çaresizlik Bir canlının defalarca denediği halde istediği sonucu alamaması durumunda; bir sonraki denemesinin başarısız olacağını beklemesinden dolayı ; deneme cesaretini kaybedip hiçbir şey yapmaması halidir. Öğrenilmiş çaresizlik bir daha deneme cesaretini kaybetmek ve sürekli başarısızlık korkusuyla hareket etmektir.
Başarısız olmak öğrenilmiştir. Bizler de bu büyük balık gibi bazı şeyleri deniyoruz; kaybediyoruz tekrar deniyor; tekrar başarısız oluyoruz. Yaptıklarımızın karşılığını alamayınca hayal kırıklığı yaşıyoruz. Başarısızlıktan korkup; bir daha hayal kırıklığı yaşamamak içinde başarıyı denemekten vazgeçiyoruz. Sonunda başarısızlığı bir yaşam tarzı olarak benimseyip; kaybeden olarak görüyoruz.
Tahmin edebileceğiniz gibi öğrenilmiş çaresizlik sadece hayvanların davranışlarını açıklamada kullanılan bir kavram değildir. “Ben yapamam”; “ben başaramam” diyen bireylerin yetişme ortamlarına da ışık tutmaktadır.
Bir çok anne baba; farkında olmadan çocuklarını “korumak adına” “sen yapamazsın; bırak uğraşma”; “bana sormadan bir şeye dokunma” diye uyarılarda bulunur. Sonuç olarak “ben beceriksizim elimden iş gelmez”; “başkaları benden daha akıllı; daha becerikli” diyen kendi yaşamının sorumluluğunu “büyüklere”; “devlete” emanet etmiş; kendi gücünden kuşkulu; çekingen; ürkek bireyler haline gelinmektedir.
İstatistiklere göre bir çocuk ergenlik yaşına gelinceye kadar ortalama 148.000 defa anne babasının; "yapma; elleme; dokunma;" gibi sözlerini duyuyor. Böyle olunca da çocukta büyüyünce "yapamama"; "edememe" özellikleri gelişiyor ve özgüvenini yitiriyor.
Bir başka boyut; başarı konusundaki kendi ön yargılarımızı çocuklarımıza ya da çevremizdeki diğer insanlara aktarmamızdır. Eğer deneyin ikinci bölümü olsaydı ve büyük balığın oğlu akvaryuma konsaydı. Güngörmüş baba; kendi önyargısını “hayat dersi” olarak oğluna anlatacak ve “sakın ha kafana çok kötü bir şey çarpar” diyecekti. Aslında hayattaki bazı şeyleri bilmemek bazen çok büyük avantaj olabilmektedir. Size bu konuyla ilgili çok bilinen bir “Tembel ama Zeki” öğrenci hikayesi anlatmak istiyorum:
“Kahramanımız matematiği sevmez ve ders sırasında uyuklamaktadır. Teneffüs zili çalar ve bizimki uyanır. Tahtada gördüğü matematik problemlerini ev ödevi zannederek deftere geçirir. Eve döndüğünde günlerce uğraşır ama soruyu çözemez. Sonunda hırs yapar tekrara dener ve çözer. Bir sonraki matematik dersinde; öğretmenine ev ödevini gösterip cevabı kontrol etmesini ister. Öğretmen şok olur. Çünkü bu sorular; matematik tarihinde çözülememiş soruları verirken anlatılan örneklerdir. “
Öğrenci o sorunun şimdiye kadar çözülemediğini bilmediği için defalarca denemiş; sonunda çözebilmiştir. Kahramanımız büyük bir iş başarmıştır; çünkü o işin başarılamayacağını duymamıştır.
Diğer öğrencilere gelince; onlar çözülemeyeceğini bildiklerinden “mantıklı” ve “gerçekçi” hareket etmişler; çözmek için hiçbir şey yapmamışlardır.
İstatistiklere göre insanların hayatlarındaki en büyük başarıları 1-35 yaş arasında gerçekleştirilmesine şaşmamak gerekir. İnsanlar hayatlarının ilk yarısında daha çok şey başarıyorlar; çünkü neyi yapamayacaklarını henüz tam bilmiyorlar!
Bizler anne babalar olarak; en büyük hedefimiz çocuklarımızın kendi ayakları üzerinde durabilen; kendine yetebilen kişiler olarak yetişebilmeleridir. O zaman yapacağımız şey; onlara kendi denemelerini yapabilecekleri ortamlar sağlamak; onları görünmez elimizle arkadan desteklemek ve olumsuz; kendi ön yargılarımızla engeller koymamak; duvarlar örmemektir. Aslında bu çok kolay olan yoldur. Çocuklarınızın üzerinden kanatlarınızı çekince o da siz de rahat edersiniz. Dizlerdeki küçük sıyrıklar ileride yüreklerdeki sıyrıklardan daha az acıtır emin olun. Çocuklarınızla mutlu paylaşımlar yaşamanız dileğiyle…