Çevremiz koca koca çocuklarla dolu. Bir çok insanın dağ gibi cüssesine bakıyorsunuz; bir de ruhsal olgunluklarına ve bunun doğal bir neticesi olan davranışlarına! Aradaki farkın da en az bir o kadar olduğunu görüyor; şaşırıp kalıyorsunuz sonra da!
Çocukça kaprisler; tuhaf tuhaf kompleksler; ilkel haset ve kıskançlıklar; çiğ konuşmalar; ham davranışlar; ölçüsüz tepkiler... Ben bunun daha çok ülkemize özgü çocuk yetiştirme biçiminin tabii bir neticesi olduğunu düşünüyorum! En çok da toplumun! Çocuk sadece ailede yetişmiyor kuşkusuz; içinde yaşadığımız toplumun da bu işteki rolü büyük. Burada anlatmaya çalıştığım sonuçta toplumun etkisinin aileden daha büyük olduğunu düşünüyorum.
Daha çocukluklarından itibaren çocuklara bir "birey" gibi; bir "insan" gibi; bir "yetişkin" gibi değer vermiyoruz. Böylece; henüz kişiliklerinin inşaası sürecinde temellerini kendilik değeri düşük; benlik algısı olumsuz insanlar olarak atmaya başlıyoruz.. Olması gereken zamanda; diğer bir ifadeyle uzun çocukluk yılları boyunca vermediklerimizi belki yetişkin olunca -bir çırpıda- vermeye çalışıyoruz belki de. Lakin bu artık yeterli olmuyor. Çünkü iş işten geçmiş; atı alan Üsküdar’ı çoktan aşmış oluyor. Ne kadar koşşak da artık nafile! Öyle ya; "kına o zaman lazımdı."
Belki bilirsiniz; bu hikaye çok hoştur. Kısaca anlatayım:
Babası çok istediği halde kızına düğün için gerekli olan kınayı bir türlü almaz. Kızı evlendikten sonra ise içine dert olur; bir kutu kına alır; doğru kızına götürür. Kızı ise ki babasına der ki: "Baba gerek kalmadı; sağol. Kına bana o zaman lazımdı".
Dedim ya; lazımken vermediklerimizi yetişkin olup çıkınca bir çırpıda vermeye kalkıyoruz belki. Ancak; düşük benlik algısı çukuru zaman içinde öyle derinleşmiş oluyor ki bunu sonradan "ha" deyince doldurmak öyle kolay olmuyor. Hatta çoğu zaman; çocuk büyüyüp de bir yetişkin olunca bile bu çukuru kapatmak yerine daha da derinleştirmeye devam edebiliyoruz. Kişinin benlik değerini kısmen de olsa yükseltebilecek; kendilik algısını azıcık dahi olsa olumlu yönde "tadilat" edebilecek ilgi ve değeri (koşulsuz ilgiyi) vermeyi bile belli şartlara bağlıyoruz. Evet; sözkonusu değeri bile belli koşullara bağlıyor; örneğin makamına; parasına; itibarına; giyimine - kuşamına; hal ve hareketlerine bakıyor; sonra nasıl davranacağımıza karar veriyoruz.
Doğru yaklaşımları sırf doğru oldukları için içselleştirip kişiliğimize maletmemişiz. Bunları üzerimizde "eğreti" olarak taşıyor; yine bunları yerine; zamanına ve kişisine göre takılıp - çıkarılabilen bir "maske" gibi kullanıyoruz.
Mevlana’nın; "Bu dünya bir dağdır; yaptıklarımız ise ses... Ses yankılanır da gene bize geri döner" derken ifade ettiği gibi; sonra da bütün bu hatalarımızın bedelini ödüyoruz; yaşamımız boyunca. Şükür ki Allar rızası gözetme adetimiz var. O endişemiz de olmasa kimse kimseyi adam yerine koymayacak nerdeyse. Düşünsenize: "Seni Allah rızası için adam yerine koyuyorum; şımarma ha ona göre!" (Abarttım biraz; biliyorum. Bu kadar da değil elbette:))
Nasıl mı ödüyoruz bedelini?
Yüzümüze bile bakmayan memurumuzla; hayatından bezgin; kaba tavırlı reyon görevlimizle; astını kurumun kapı kölesi zanneden amirimizle; asabiyet küpü patronumuzla; anlamsız tavırlarıyla yaşamı bir anda işkenceye çeviren eşimizle; kaprisli iş ortağımızla; kompleksli bitişik komuşumuzla; trafikte kendi şeridinde seyrederken "nasıl sollarsın ulan beni" diyerek aniden parlayan; bir anda saldırganlaşan dürtü kontrol sorunlu şoförümüzle; her tartışmada gözü dönen; parmakları çoktan yumruğa dönüşmeye başlayan alacaklı esnafımızla; en ufak bir tansiyonu yüksek konuşmada eli bir anda bıçağına gidiveren sokaktaki sıradan vatandaşımızla...
Niçin mi ödüyoruz bu bedelleri?
Lazım olan kınayı zamanında vermediğimiz için!
Kişilik gelişimi / inşaası sürecinde kişilikleri sağlıklı olarak bina etmek yerine bu inşaanın sütunları içine sağlam demirler çubuklar değil; bakır; aliminyum teller yerleştirmekle!
Zeynep yerine Zeyno; Mehmet adını kullanmak varken Memo; Dişli; Ayı; Leylek; Cüce; Kıro; Hanzo; Muzo vb. lakaplar kullanmakla;
Lan Ali; gel oğlum; salak; manyak; eşekoğlu eşek; geri zekalı; bu çocuk adam olmaz vb. argo hitap balyozu darbeleriyle;
Kinaye ve ima içeriği bol konuşmalarla;
İyi şaka yapmayı eşek şakası yapmak zanneden ham tutumlarla;
Karşımızdakine sırf insan olduğu için saygı duyma gerçeğini yadsıyan lağubali; lakayt; saygı yoksunu eğreti yaklaşımlarla;
Sırf kendileri oldukları için değerli olduklarını ifade etmekte; söylemekte bile cimrilik eden pinti anne - baba yaklaşımlarıyla çocukların "benlik algısını" daha küçücük yaşlardan itibaren inşa edeceğimiz yerde dinamitleyerek zedelediğimiz için...
Yine "kendilik değerlerini" de aynı şekilde saldırılarla ta çocukluktan itibaren; üstelik de yıllarca örselediğimiz için...
(Hatırlatma: Bu hususta en büyük sorumluluk hiç şüphesiz ki eğitimcilerimize düşmektedir. Bir de; onları yetiştiren eğitim fakültelerine ve sadece ÖSS - KPSS sınavıyla; sadece yapılan "net" sayısıyla öğretmen seçen mercilere tabiki. Oysa ki bu iş "insan" inşa etme işi. Dolayısı ile çok önemli. Zaten "eğitim şart" derken kastettiğimiz de bu değil mi! Evet eğitim; sadece kuru bilgi yükleme işi değil; aynı zamanda doğru model olabilme meşguliyetidir.)
Psk. İzzet Güllü
("Uzman Ebeveyn" Adlı Kitabından)