Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Irak Savaşı Üzerinden Savaşın Psikolojik Sonuçları

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
SAVAŞIN YOL AÇTIĞI PSİKOLOJİK YIKIMLAR



GİRİŞ
Bu yazı Irak Savaşının Başladığı günlerde yazılmıştır.
Savaş insanların ölmesi; yaralanması; sakatlanması; yakınlarını; evini kaybetmesi ve aynı zamanda korku; terör; dehşet; acı ve gözyaşı demektir. Tüm bunlar nedeniyle savaş; çok ciddi ve yaygın bir biçimde psikiyatrik sorunlara yol açar.
Savaş gibi ağır travmalara bağlı olarak gelişebilen 15 ayrı psikiyatrik bozukluk söz konusudur. Bu yazıda; başta Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) olmak üzere savaşa bağlı gelişebilecek psikolojik sorunlardan ve bunların kimi özelliklerinden bahsettikten sonra; daha önemli bulduğum iki konuya değineceğim. Savaşın uzun süreli ve geç etkilerini oluşturan ve üzerinde pek durulmayan bu iki sorun; insanlığın geleceği ve toplum sağlığı açısından; binlerce kişinin hayatını kaybetmesi; milyonlarca insanın tıbbi ve psikolojik olarak zarar görmeleri kadar önemlidir. Dolayısıyla savaşa bağlı psikiyatrik sorunları 3 başlıkta ele alacağım:
1. Psikiyatrik bozukluklar
2. Şiddet davranışlarındaki artış
3. İnsani değerlerin kaybı ve dolayısıyla yetişmekte olan neslin kişilik gelişimi üzerindeki etkileri.
Savaşın yol açtığı psikolojik sorunları inceledikten sonra da kısaca özellikle bu savaşın yaratacağı psikolojik sorunlardan korunma yolları hakkında bilgi vereceğim.
Savaşın Sıklığı
İnsanlık tarihinin kayda alınan 5600 yılında 14 600’den fazla savaş yaşanmıştır. Her yıla yaklaşık 2.6 savaş düşmektedir. Her otuz yılı bir kuşak olarak kabul edecek olursak bu sürede yaşamış 185 kuşaktan sadece 10’u savaşsız bir ömür sürebilmiştir. Neredeyse hayatı boyunca
savaş görmeden yaşamış bir insan yok gibidir.
Etkilerinin büyüklüğü açısından savaş insan eliyle yapılmış şiddetin en büyüğünü ve en eskisini temsil etmektedir. 20. yüzyılda yaşanan iki büyük Dünya Savaşı’ndan sonra; sanki insanlık barış ve huzur içinde yaşamaktaymış gibi bir yanılsama sık sık dile getirilir. Oysa II. Dünya Savaşı’ndan bu yana 150’ye yakın savaş gerçekleşmiştir ve bu savaşlara bağlı olarak 60 milyondan fazla kişi hayatını kaybetmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana savaşlarda ölen insan sayısı; II. Dünya Savaşı’nda ölen insan sayısının 3- 4 katıdır.

Savaş ve politik şiddet; neden olduğu on milyonlarca can kaybı yanında bu rakamların birkaç katı kadar yaralı ve bundan daha da fazla psikolojik olarak hasarlanmış insan yaratır. Fakat savaş ve politik şiddet sadece bunlara doğrudan maruz kalan insanları etkilemez; savaş ve politik şiddete maruz kalma endişesiyle milyonlarca kişi yerinden yurdundan da olmakta; can güvenliğini sağlamak için çok travmatik göçler yaşamaktadırlar. 1990 yılında sığınmacıların ve göç etmek zorunda bırakılanların sayısı 30 milyon iken bu sayı 1993 yılında 43 milyona çıkmıştır.

BÖLÜM –I
SAVAŞA BAĞLI GELİŞEN PSİKİYATRİK BOZUKLUKLAR
Savaşa bağılı olarak gelişen psikiyatrik bozuklukları şöyle sıralayabiliriz:
  • Travma Sonrası Stres Bozukluğu
  • Akut Stres Bozukluğu
  • Post-travmatik Depresyon
  • Uyum Bozukluğu
  • Yaygın Anksiyete Bozukluğu
  • BTA Aşırı Stres Bozukluğu
  • Kısa Psikotik Bozukluk
8. Dissosiyatif Amnezi
9. Dissosiyatif Füg
10. Dissosiyatif Kimlik Bozukluğu
11. Depersonalizasyon Bozukluğu
12. Uykuda Korku Bozukluğu
13. Somatizasyon Bozukluğu
14. Farklılaşmamış Somatoform Bozukluk

15. Konversiyon Bozukluğu

1. Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB)

Tanım
TSSB; aşırı travmatik bir stresin ardından; özgün bir takım belirtilerin gelişmesiyle giden bir bozukluktur. Kişinin travma yaratıcı olaya (savaşa) tepkileri aşırı korku; çaresizlik ya da dehşete düşme şeklindedir.Ortaya çıkan özgün belirtiler; travmatik olayı çeşitli biçimlerde sürekli yeniden yaşama; travmaya eşlik etmiş uyaranlardan sürekli kaçınma; genel tepki düzeyinde azalma ve artmış uyarılmışlık belirtilerini içerir. Tanı koyabilmek için belirtilerin bir arada en az bir aydır bulunuyor olması ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal; mesleki alanlarda ya da işlevselliğin diğer önemli alanlarında bozulmaya neden olması gerekir.

Sıklık ve yaygınlık
Genel nüfus içinde TSSB’nin yaygınlık oranı çeşitli ülkelerde genellikle % 1 civarında tespit edilmektedir. Buna karşın çeşitli travmalara maruz kalan topluluklarda travmanın çeşidine göre TSSB oranı artmaktadır:
Genel nüfusta % 1-3
Savaşa katılmış kişilerde % 17-45;
İşkence görmüş gruplarda % 23-54;
Tecavüz kurbanlarında % 25-50;
Doğal afet popülasyonunda % 3-59

Vietnam’da yaralanan ABD askerlerinde ortalama %20 oranında TSSB saptanmıştır. Bu genel rakam şiddetli savaş alanı stresiyle karşılaşan erkeklerde % 30.9’a çıkmaktadır. Vietnam’da savaşan askerlerle ilgili yapılmış binlerce araştırma bulunmaktadır. Bu araştırmalar Vietnam’da görev yapmış 3 150 000 eski muharipten 478 000’inde TSSB bulunduğunu göstermektedir.
Savaşın şiddetine maruz kalmış sivil halkta TSSB oranı askerlere oranla çok daha yüksek olmaktadır. Bosna’da iç savaştan sonra yapılan bir çok araştırmada sivil halk arasında TSSB oranı % 60’tan yüksek bulunmuştur. Askerler önceden savaş ortamına hazırlanırlar; aldıkları eğitimin yarattığı hazırlanmışlık yanında savaş ortamında kendilerini koruma olanaklarına sahiptirler. Oysa sivil halkın bombalara ve kurşunlara karşılık verecek bir olanağı yoktur. Onlar pasif bir şekilde başlarına felaketi beklerler.

Klinik Özellikler
TSSB; 1.“Kişinin gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi; ağır bir yaralanma ya da kendisinin ya da başkasının fizik bütünlüğüne bir tehdit olayını yaşaması; böyle bir olaya tanık olması ya da böyle bir olayla karşı karşıya gelmesi” ve 2. “Kişinin tepkileri arasında aşırı korku; çaresizlik ya da dehşete düşme olması” gibi özellikler gösteren bir travmayı takiben ortaya çıkar (A kriteri). Savaş koşulları ister savaşan askerler için olsun ister savaş ortamında kalan siviller için olsun TSSB’nin A kriterini karşılayan tipik travmalardandır..
B tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1.olayın; elde olmadan tekrar tekrar anımsanan sıkıntı veren anıları; bunların arasında düşlemler; düşünceler ya da algılar vardır; 2. olayı sık sık sıkıntı veren bir biçimde rüyada görme; 3. travmatik olay sanki yeniden oluyormuş gibi davranma ya da hissetme [uyanmak üzereyken ya da sarhoşken ortaya çıkıyor olsa bile; o yaşantıyı yeniden yaşıyor olma duygusunu; illüzyonları; hallüsinasyonları ve dissosiyatif “flashback” epizodlarını kapsar]; 4.travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine yoğun bir psikolojik sıkıntı duyma; 5. travmatik olayın bir yönünü çağrıştıran ya da andıran iç ya da dış olaylarla karşılaşma üzerine fizyolojik tepki gösterme) hasta çeşitli biçimlerde olayı tekrar tekrar yaşar.
Tekrarlanan yaşantılar hastayı bazan yaşadığı andan tamamen uzaklaştırabilir. Bir hatırlatıcı kişinin aniden travmanın duygusal ortamına girip çözülmesine (dissosiye olmasına) yol açabilir ya da kısa süreli geçici anımsamalar ya da yaşantıların canlanmasına neden olabilir. Bu anımsamalar sırasında bedensel tepkiler verebilir veya kendilerini korumaya çalışabilirler. Ancak bu denli ağır dissosiyasyonlar nadir görülür.
C tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1. travmaya eşlik etmiş olan düşünce; duygu ya da konuşmalardan kaçınma çabaları; 2. travmayla ilgili anıları uyandıran etkinlikler; yerler ya da kişilerden uzak durma çabaları; 3. travmanın önemli bir bölümünü anımsayamama; 4.önemli etkinliklere karşı ilginin ya da bunlara katılımın belirgin olarak azalması; 5.insanlardan uzaklaşma ya da insanlara yabancılaştığı duyguları; 6. duygulanımda kısıtlılık (ör: sevme duygusunu yaşayamama); 7. bir geleceği kalmadığı duygusunu taşıma (örneğin bir mesleği; evliliği; çocukları ya da olağan bir yaşam süresi olacağı beklentisi içinde olmama) hastalar travmadan ve eşlik eden uyaranlardan kaçınma gösterirler. Travmayı veya eşlik eden anıları anımsatacak etkinliklerden uzak durmaya çalışırlar. Olaylarla ilgili haberleri okumaktan; konuşmaktan kaçınmak isteyebilirler. Ayrıca genel olarak ilgileri azalabilir; duygularını genel olarak bastırabilirler ve insanlarla ilişkiden uzak durabilirler.
D tanı ölçütlerinde belirtildiği gibi (1: uykuya dalmakta ve uykuyu sürdürmede zorluk; 2: irritabilite ya da öfke patlamaları; 3: düşüncelerini belli bir konu üzerinde yoğunlaştırmakta zorluk; 4: hipervijilans; 5: aşırı irkilme tepkisi gösterme) genel bir uyarılmışlık hali vardır. Uyku bazan kabuslarla bozulur; bazan hiç tepki vermedikleri halde; bazan çabuk öfkelenebilir ve kendilerine veya etrafa zarar verebilirler; hep tetikte hissederler (örneğin defalarca bombalanmış bir şehirde yaşamış biri ufku dolayısıyla gelecek uçakları görebileceği bir ortamda olmadığında huzursuz hissedebilir); her an kötü bir şey olacak ya da travma tekrarlayacak endişesi vardır; küçük seslerden ve ilgisiz uyaranlardan irkilebilirler.
TSSB tanısı koymak için B; C; D tanı kriterlerinin bir arada en az bir aydır bulunuyor olması ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da toplumsal; mesleki alanlarda ya da işlevselliğin önemli diğer alanlarında bozulmaya neden olması gerekir
Semptomlar 3 aydan daha kısa sürerse akut; üç ay ya da daha uzun sürerse kronik; stres etkeninden en az 6 ay sonra başlamışsa gecikmeli başlangıçlı olarak adlandırılır. Bazan TSSB travmadan yıllar sonra özellikle yeni bir travma ya da travmayı anımsatan bir olayı takiben ortaya çıkabilmektedir.
TSSB Gelişmesindeki Risk Faktörleri
TSSB gelişmesi açısından en önemli etmen; karşılaşılan travmanın şiddetidir.
Çoğu çalışma; hastalık gelişme olasılığının stresörün şiddetine göre arttığını göstermektedir. Travmanın şiddeti azaldıkça kişisel etkenler önem kazanmakta; travmanın şiddeti artıkça kişisel farklılıkların önemi azalmaktadır.

Travmanın özelliklerine bağlı etkenler
Savaş deneyiminin şiddeti;
Savaşmayan insanları öldürme; yaralamaya ve zulme katılma ya da bunlara tanık olma;
Yaralanma;
Ölüm tehlikesi atlatma .

Kişisel özelliklere ilişkin etkenler
Ailede psikiyatrik hastalık öyküsü;
Çocukluk çağında uyum sorunları öyküsü;
Yoksul bir aileden gelme;
Nörotisizm ve geçmişte psikiyatrik bozukluk;
Erken cinsel ya da başka çocukluk çağı travması;
Çocukluk çağı ve ergenlik dönemi davranış bozukluğu öyküsü;
On yaşından küçükken ayrılık ya da anne–baba ayrılığı yaşantısı;
15 yaşın altında kendine güven azlığı;
Travma öncesi ve sonrası dönemde yaşam stresleri;
Kadın olmak.

Öznel değerlendirmeye ilişkin etkenler
Hazırlanmamışlık
Aşırı korku; terör
İnkar ve kaçınma
Kontrol edememe duygusu
Edilgenlik
TSSB’nin Gidişi
Travmatik bir olayla karşılaşan insanlardan çoğunda; geçici bir süre hiç değilse bazı semptomlar ortaya çıkar. TSSB ölçütlerini dolduranların çoğu düzelirken bazılarında kronik TSSB gelişir.
Bir araştırmada klinik yardım isteyen tecavüz kurbanlarında tecavüzden sonra iki hafta içinde Akut Stres Bozukluğu ölçütlerini doldurma oranları %95 iken; bir; üç ve altı ay sonra sırasıyla %63.3; %45.9 ve %41.7 olarak saptanmıştır.
İkinci Dünya Savaşı mahkumlarıyla yapılan ve 40 yıllık bir süreyi kapsayan izleme çalışmaları; şiddetli travmatizasyonun kalıcı TSSB’ye yol açabileceğini göstermiştir. Deneklerin %67’si ülkelerine iade edildikleri sırada TSSB ölçütlerini doldurmaktaydılar. İzleme döneminde bu oran 30 yıl sonra %32’ye; 40 yıl sonra da %20’ye düşmüştü.
TSSB ile ilgili çok sayıda çalışma TSSB vakalarının yaklaşık % 20 gibi azımsanmayacak bir bölümünün; kronikleştiği ve iyileşmediklerini göstermektedir. Bugün ABD’de hala Vietnam savaşına katılmış askerlerin tedavisi ile ilgili psikiyatri kurumları bulunmaktadır.
Diğer Psikiyatrik Bozukluklar

2. Akut Stres Bozukluğu: TSSB’den farklı olarak semptom örüntüsü stres etkeninden 4 hafta içinde ortaya çıkar ve 4 haftalık bir dönem içinde yatışır. Semptomlar bir aydan uzun sürerse ve TSSB ölçütlerini karşılarsa tanı TSSB olarak değiştirilir.
3. Post-travmatik Depresyon: Travmatik yaşantıların ardından oldukça yüksek oranda Majör Depresyon ortaya çıkmaktadır. En az iki hafta boyunca hemen her gün keder; üzüntü duyguları veya hayattan zevk almada azalma ve isteksizlik duyguları yanında uyku; iştah bozuklukları; enerjisizlik; çabuk yorulma; dikkat konsantrasyon zorlukları; değersizlik; ümitsizlik; karamsarlık; intihar fikirleri; cinsel istekte azalma gibi belirtilerle seyreder.
4. Uyum Bozukluğu: TSSB’de stres etkeni çok aşırı bir nitelikte olmalıdır. Uyum bozukluğunda ise stres etkeni herhangi bir derecede olabilir. Aşırı stres etkenine gösterilen tepki TSSB’nin (ya da başka bir özgün mental bozukluğun) tanı ölçütlerini karşılamadığı zamanlarda ve aşırı olmayan bir stres etkenine (eşin terketmesi; işinden çıkarılma gibi) bir tepki olarak TSSB semptom örüntüsünün ortaya çıktığı durumlarda uyum bozukluğu tanısı konması daha uygundur.

5. Yaygın Anksiyete Bozukluğu
En az altı aylık bir süre boyunca; hemen her gün ortaya çıkan bir çok olay ya da etkinlik hakkında endişelerle birlikte; huzursuzluk; kolay yorulma; konsantrasyon zorluğu; irritabilite; kas gerginliği ve uyku bozukluğu gibi belirtilerle seyreden bir bozukluktur.

6. Başka Türlü Adlandırılamayan Aşırı Stres Bozukluğu (Disorders of extreme stress not otherwise specified; DESNOS) Uzun süreli ya da tekrarlayan; ensest; tekrarlayıcı çocukluk çağı veya eş suistimalleri; işkence ve esaret gibi ağır travma kurbanlarında TSSB tablosunu aşan bir tablo bulunabilmektedir. Bu tablo bazı yazarlarca DESNOS olarak adlandırılır.
DESNOS; TSSB tablosunun yanı sıra; baş; karın; sırt; pelvis ağrıları; bulantı kusma ve gastrointestinel yakınmalarla giden somatizasyonların; daha sık ve ciddi dissosyasyonların; kronik depresif bir duygudurumun mevcudiyeti gibi semptomların varlığı; boyun eğme ve başkaldırı arasında gidip gelen ve borderline tanısını düşündüren kişilik değişiklikleri ve tekrarlayıcı zarar arayıcı davranışlarla kendini gösterir.
7. Kısa Psikotik Bozukluk: TSSB’ye de yol açabilecek bir stres etkeninin ardından; hezeyanlar; hallüsinasyonlar; dezorganize konuşma ya da ileri derecede dezorganize ya da katatonik davranış gibi psikotik semptomlardan en az birinin bulunması ve en az bir gün en uzun bir ay süren bir tablodur. Psikotik semptomların bulunması ile TSSB’den ayrılır.
8. Dissosyatif Amnezi: Genellikle travmatik olan ya da stres doğuran önemli kişisel bilgileri; sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak bir biçimde birden anımsayamama epizod ya da epizodlarıyla seyreder. Bozukluk sadece TSSB sırasında ortaya çıkıyorsa dissosiatif amnezi tanısı konmamalıdır.
9. Dissosyatif Füg: Kişinin; kısmen ya da bütünüyle yeni bir kimliğe bürünerek ve geçmişini anımsamayarak birden; beklenmedik bir biçimde; evinden ya da alışageldiği işyerinden ayrılıp gitmesidir. Bu bozukluk TSSB sırasında dahi ortaya çıksa ayrıca dissosiyatif füg tanısı konmalıdır.
10. Dissosyatif Kimlik Bozukluğu: İki ya da daha fazla kimliğin ya da kişilik durumunun varlığı ve bunlardan en az ikisinin kişinin davranışlarını zaman zaman denetim altında tutmasıyla giden bir bozukluktur. TSSB tanısı karşılanıyorsa iki tanı birlikte konulmalıdır.
11. Depersonalizasyon Bozukluğu Kişinin mental süreçlerinden ya da bedeninden ayrıldığı ya da mental süreçlerine/bedenine dışarıdan baktığı hissi ya da isteği dışında kendiliğinden davranma ya da rüyadaymış gibi olma duygularıyla seyreden bozukluk. Bu bozukluk eğer TSSB sırasında ortaya çıkıyorsa ayrıca bu tanı konmamalıdır.
12. Uykuda Korku Bozukluğu: Majör uyku döneminin ilk üçte biri sırasında yersiz korkuya kapılıp çığlık atmayla başlayan uykudan tekrar tekrar ani uyanma epizodları biçiminde seyreder. Bu bozukluk TSSB ile birlikte bulunduğunda ayrıca uykuda korku bozukluğu tanısı da konmalıdır. Uykuda korku bozukluğu tanısının konduğu hastalar ise TSSB açısından da değerlendirilmelidirler.
13. Somatizasyon Bozukluğu: Birkaç yıllık bir dönem halinde ortaya çıkan; tedavi arayışlarıyla ya da toplumsal; mesleki veya diğer önemli işlevsellik alanlarında bozulma ile sonuçlanan ve 30 yaşından önce başlayan çok sayıda fizik yakınma öyküsünün bulunması. Bu bozukluğun ağır travmalara ve uzun süreli erken çocukluk çağı suistimallerine bağlı olabileceğine dair çalışmalar mevcuttur. Bazan somatizasyon bozukluğu ve TSSB birlikte bulunabilir bazan da somatizasyon bozukluğu tanı ölçütlerini karşılamayan somatik yakınmalar TSSB’ye eşlik edebilir.
14. Farklılaşmamış Somatoform Bozukluk:En az 6 ay süreyle; bir ya da daha fazla tıbbi bir duruma bağlı olmayan ve klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya ya da işlevsellik kaybına yol açan psikojenik kökenli fizik yakınmalarla seyreden bir tablodur.
15. Konversiyon Bozukluğu: Psikolojik etkenlerin varlığında istemli motor ya da duyu işlevlerini etkileyen; nörolojik ya da diğer bir genel tıbbi durumu düşündüren semptom(lar)ın bulunması ile seyreden bir bozukluktur. Konversiyon bozukluğunu düşündüren semptomlar eğer TSSB ile daha iyi açıklanabiliyorsa ayrıca konversiyon bozukluğu tanısı konmamalıdır.
Sonuç olarak; travma sonrasında gelişebilecek birçok sendrom vardır. Bunlar; bazen çeşitli kombinasyonlar şeklinde; bazen de ardışık biçimde ortaya çıkabilmektedirler. Travmanın karakteri; algılanışı; meydana geldiği yaş; kurbanın kişilik özellikleri; destek gibi bir dizi faktör travmaya bağlı gelişecek tabloyu etkilemektedir.Tanı ve ayırıcı tanıda bütün bu sendromların akılda bulundurulması ve ayırım noktalarına dikkat edilmesi gerekir. Ancak bütün bunlara karşın erişkin çağda şiddete maruz kalanlarda en çok ortaya çıkan tablo TSSB’dir.


BÖLÜM-II
SAVAŞ SONRASI ŞİDDET DAVRANIŞINDA ARTMA

Savaş yol açacağı doğrudan acılar yanında insanlığın geleceğine ilişkin olumsuz gelişmelerin de hazırlayıcısıdır. Yapılan çeşitli araştırmalar göstermiştir ki savaşa katılan toplumlarda; savaştan sonra şiddet ve insan öldürme davranışında ciddi bir artış meydana gelmektedir.

ABD’de Vietnam savaşı sırasında cinayet ve saldırı olaylarında iki kat artış olmuştur.1963’te cinayet ve katliamlar 4.5(100 000 kişi başına)’tan 9.3’e çıkmıştır.
ABD’de 1963’ten 1973’e 10 yıl içinde ise cinayet nedeniyle tutuklanma oranı erkeklerde %101; kadınlarda % 59 artmıştır.

1900-1970 yılları arasında 110 ulusta ve 44 büyük şehrin savaş ve suç kayıtları incelenmiştir. Savaş sırasında tutulan kayıtların güvenilir olamayacağı düşünüldüğünden savaşa katılan ulusların cinayet ve suç kayıtları savaştan 5 yıl öncesi ve 5 yıl sonrası olmak üzere 10 yıl kayıtlara alınmamıştır.
Bulgular savaşa giren uluslarda savaştan sonra en az %10 artış olurken savaşa girmeyen uluslarda en az % 10 azalma olduğunu göstermiştir.
Cinayet ve saldırı faillerinin büyük kısmının genç insanlar olması ve savaşan ulusların savaştan sonra genç nüfuslarını ciddi bir biçimde kaybetmiş olmalarına karşın cinayetlerdeki bu artış; gerçek oranının aslında daha fazla olduğunu düşündürmektedir.
Savaş sonrası cinayetlerde görülen artış; o ulusun savaşta yenilip yenilmemesi; ekonomik çöküntü içinde bulunup bulunmaması; savaşın büyüklüğü gibi faktörlerden bağımsız olarak meydana gelmektedir. Sadece savaşta kaybedilen insan sayısı ile savaş sonrasındaki cinayet artışı arasında paralellik saptanmıştır.

Uluslararası sorunlarını dayatma; şiddet ve güç kullanma yoluyla çözmeye alışkın bir devlet olan ABD giderek bir şiddet toplumuna dönüşmüştür. Badura’nın da söylediği gibi devlet; vatandaşları için örnek alınan bir modeldir. Devletin başka uluslarla problem çözme tarzı; giderek vatandaşları tarafından da benimsenmekte; bireyler de kendi aralarındaki sorunları benzer bir biçimde çözmeye çalışmaktadırlar. Suç oranları en yüksek toplumlardan biri olan ABD’de erkeklerin % 60.3’ünün; kadınların ise % 50.3’ünün yaşamları boyunca en az bir kez TSSB’nin A ölçütünü karşılayan bir travma geçirdikleri saptanmıştır. Bilindiği gibi TSSB A ölçütüne uyan travmalar işkence; tecavüz gibi kişinin fiziksel bütünlüğüne zarar verebilecek ağır travmalardır. Bu araştırmada erkeklerdeki TSSB’nin en yaygın nedenleri çarpışma; ağır yaralanma ya da ağır yaralanmaya veya ölüme tanıklık etme iken; kadınlardaki en yaygın neden tecavüz ve cinsel taciz olarak bulunmuştur.

Savaşın bireyler arasındaki şiddet davranışlarını artırması sadece öğrenme yoluyla olmaz. Savaş amaca ulaşmak için şiddet kullanımını meşrulaştırır ve insan öldürmenin önemsiz bir şey olduğu fikrini yaygınlaştırır.



BÖLÜM - III
İNSANİ DEĞERLERİN AŞINMASI VE İNSANLIĞIN GELECEĞİNE ETKİLERİ

Bu savaşı daha doğrusu saldırıyı diğer savaşlardan ayırt eden önemli özellikler vardır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
  • Açık bir zorbalıktır.
  • Çok büyük ve güçlü bir savaş makinesinin; bunlara karşı teknolojik olarak karşı koyabilecek gücü olmayan çok zayıf kuvvetlere saldırısıdır.
  • İki ulus arasındaki bir çıkar çatışmasından değil; bir ulusun başka bir ulusun mallarını yağmalamak istemesinden kaynaklanmaktadır.
  • Bu yağmadan herhangi bir şekilde pay alacak olanlar hariç hiç kimsenin haklı ya da en azından mazur göremeyeceği bir zulümdür.
  • İnsanlığa ve insani değerlere küstahça bir meydan okumadır.
  • Yalanlar ve çarpıtmalar üzerine kuruludur.

Dolayısıyla savaşın ve şiddetin yarattığı terör ve korku yanında insanlık değerlerine saldırması nedeniyle de ruhsal yapıyı etkileyecektir. Bu saldırının insani değerleri hedef alması; insani değerleri koruyup koruyamayacağımız konusunda herkesi bir hesaplaşmaya tabi tutmaktadır. Bu yağma ve zorbalık karşısında insanlığın şimdi alacağı tutum gelecekte insani değerlerin ne kadar önemli olacağını da belirleyecektir. Bu zorbalık ve yağma karşısında başlıca şu tutumlar alınabilir:
  • Yağmadan pay alabiliriz ya da yağmacılar bize bir ödeme yapar umuduyla yağmacılarla işbirliği yolları aramak ya da işbirliği için pazarlıklar yapmak;
  • Yağmacıların yaratığı terör ve tehditlerden korkup; ses çıkarmamak ya da onları yatıştıracak bazı ödünler vermek;
  • Hem çıkar elde etmek hem de zorbaların tehditlerine maruz kalmamak için bu katliama çeşitli biçimlerde yardımcı olmak;
  • Hiçbir şekilde karışmamaya çalışmak;
  • Açıkça bu katliama karşı çıkmak.

Az sayıda hükümet dışında hemen tüm hükümetler ilk 4 şık arasında bocaladı ve bunlar arasında tercih yapmaya çalıştı. Hiçbir şekilde karışmamaya çalışanlar dahi bunu yaparken ABD’yi gücendirmemeye çalıştı. Ama açıkça bunun bir zulüm ve zorbalık; bir yağma olduğunu; insanlık dışı olduğunu söyleyen çıkmadı. Dünya barışını korumakla görevli Birleşmiş Milletler ise ABD’nin amacını gerçekleştirmesinde işe yaradığı oranda aktif olabildi. ABD’nin çıkarlarıyla açık bir çatışmadan özenle kaçındı. İnsanlığın yanında yer alamadı.

Hükümetler ve bir kurum olarak devletler; bireylerin bunlar hakkındaki bilinçli düşüncelerinden bağımsız olarak; insan zihninde ana-baba imgelerine karşılık gelir. Devlet insanların zihninde hem besleyici; bakıcı bir ana hem de koruyucu bir babadır.
Ebeveyn imgeleri bu özellikleri yanında süperegomuzun ( yani değerlerimizin; ahlakımızın ve vicdanımızın) şekillendiricileridir. Yani iyi ve kötünün; kabul edilebilir olanın ve olmayanın; meşru ile gayri meşrunun neler olduğunu gösteren ve öğretenlerdir. Büyüklerimiz veya yöneticilerimiz; ekonomik çıkarlar elde edebilmek için bir haydutla iş birliği yapmayı seçiyorlarsa; bizlerde ileride benzer bir tercih yapmak durumunda kaldığımızda zalimden yana daha kolay tavır alacağızdır.

Şiddet ve terör; insanların yaşamlarını tehdit eder; insani; ahlaki değerleriyle yaşamı arasında bir tercihe zorlarsa; insanların önemli bir bölümü yaşamda kalmak için insani değerlerinden geçici de olsa vazgeçmeyi tercih edebilir. Ahlaklı olma ve insani değerlere sahip çıkma ya da kişinin kendisine karşı saygısını koruması özellikle günümüz dünyasında; hayatta kalmaktan daha zayıf bir motivasyon kaynağıdır. İnsanın ahlaki değerlerinden vazgeçmesine yol açabilen tek şey yaşamını yitirme korkusu değildir. Günümüz insanı; aç ve işsiz kalma; dışlanma veya baskı görme korkusu nedeniyle de insani değerlerinden vaz geçebelir ve kendini ezen güçlerle işbirliği ve uzlaşmaya girebilir.

Şiddet; terör ya da çıkar kaybı korkusuyla insani değerlerden vazgeçmeyen insan ve toplulukların bulunması; üstelik bunu yüksek sesle söyleyebilmesi ve tehdidi karşılama cesareti göstermeleri; başka insanların da cesaretini artırır ve insani değerleri korumaya sevk eder. Dolayısıyla bu savaşa karşı yükseltilen her ses; her karşı duruş insanlığın geleceği açısından son derece önemlidir.
Bugün ülkemiz; açıkça siyasi ve ekonomik çıkarlar ya da endişeler nedeniyle; masum insanların öldürülmesi ve mallarının yağmalanmasına katılıp katılmamak arasında bir ikilemin içine düşmüş görünmektedir. Tereddütsüz reddedilmesi hatta karşı çıkılması gereken bir durum maalesef ekonomik zorluklarımız ve ABD’ye olan bağımlılığımız