Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Althusser Vakası Üzerinden Narsisizm; Duygudurum Bozukluğu İlişkisi

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
“GELECEK UZUN SÜRER”:
ALTHUSSER ÜZERİNE BİR TARTIŞMA



GİRİŞ

Şimdi sizlere çoğunuzun okumuş olduğunu tahmin ettiğim bir kitap hakkında düşüncelerimin bazılarını aktaracağım. Bazılarını diyorum; çünkü herhangi birimizin de bu süre zarfında kitabı okurken ve kitap hakkında düşünürken aklından geçenleri kısa bir zamanda anlatmaya kalkışması olanaksız olurdu.

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki kitabı tam anlamıyla kavradığımı idda etmeyeceğim. Dolayısıyla aynı şeyi Althusser’in kişiliği için de söylemekteyim. Oldukça yoğun ve karmaşık bir eser ve oldukça karmaşık bir kişilik. Bu konuşma için Althusser’in diğer kitaplarından yararlanmadım. Bu kitabı üç kere okudum. Herbirinde duygularım farklı oldu. İmago da seminerler yapıyorduk; konu delilik ve deha idi. Althusser bu bakımdan iyi bir örnek olabilir diye düşünmüştüm; ama o zaman bu kitabını henüz okumamıştım. Gene aynı dönemde Kohut seminerleri yapıyorduk. Bir yıl boyunca Kohut u anlamaya çalışıyor ve tartışıyorduk. Bu kitabı ilk okuduğumda Kohut u bilmemesine karşın kendi sorunlarını nasıl da Kohut un yaklaşımına benzer bir biçimde ele aldığını ve ne kadar iyi anlayıp anlattığını düşünmüştüm. Dolayısıyla da bu kitabı ve Althhusser’i incelemenin çok uygun ve eğitici olacağını düşündüm. Patolojisinin dinamikleri; Helenee’nin ölümü; hiçlik temaları hakkında söylediklerinin çok iyi yorumladığını; çok açık ve samimi olduğunu düşündüm. Kohut’un teorisiyle yaklaşıldığı zaman her şey çok açık gelmişti bana. Yazdıklarının tümünü inandırıcı; doğru ve hatta eğitici bulmuştum.
İkinci okumamda bazı tutarsızlıklar dikkatimi çekti ve düşünmeye başladım. Birçok şey birbiriyle çelişiyordu. Eski okuduklarımı yeniden değerlendirmeye başladım ve o zaman da kafamı kurcalayan ama üstünü kapattığım bir sürü sorunun bir yerlerden çıkıp geldiğini farkettim. Sözgelimi Helenee ile ilgili tasarımları ile ikisinin birbirine hissettiklerini söylediği o muazzam sevgi bir arada duramazmış gibi geldi. Ya da bir sürü felsefeci; politikacıyla ilişkisi olmuş; ama kitapta hepsini yerin dibine sokuyor. İnsanları aşağılamak ve yermek için neredeyse fırsat kolluyor. Bunları farkettim. Ve daha sonra Helenee’e yönelik de çok haksızlık ettiğini gördüm. Helene ile ilgili ilk tasviri trajik ve acı bir şeymiş gibi görününyor ama ikinci kez okuduğumda ne kadar sadistik olduğunu Helene’e yatırımının agresif yanlarını gördüm. Üçüncü okuyuşumda şimdi size anlattıklarımı toparlamaya çalıştım. Bu son okuyuşumda bakışım oldukça değişmişti; kitabı aklanma gereksinimiyle yazdığını ve kabul edilebilmesini kolaylaştırabilmek için de kısmen bilinçli kısmen de bilinçsiz bir biçimde rasyonalizasyonlar ve çarpıtmalar yaptığını gördüm.
Şimdi yapmaya çalışacağım şey; sizler gibi kitabı okumuş biri olarak ortaklaşa tartışmamıza zemin hazırlayacak bazı ön fikirler ileri sürmek olacaktır.
Althusser in narsisistik kişilik bozukluğu ve ikiuçlu duygudurum bozukluğu vakası olduğunu ve bu iki patolojinin birbirini etkilediklerini düşünüyorum. Kohut a göre narsisitik kişilik bozukluğu ile duygudurum bozuklukları arasında çok yakın bir ilişki vardır ve duygudurum bozuklukları; narsisitik problemlerle izah edilebilir. Her ne kadar bunun organik nedenleri de olsa Kohut a göre bu durum böyle. Günümüzde biyolojik psikiyatrinin giderek artan ağırlığına ve biyolojik psikiyatrinin duygudurum bozukluklarındaki başarısına bakıldığında Kohut un söyledikleri garip gelebilir; ama ilerledikçe sizler de böyle bir bağlantının varlığı konusunda sanırım daha çok ikna olabileceksiniz.
Önce narsisistik kişilik bozukluğunun gelişimini; arkasından da ikiuçlu duygudurum bozukluğunu anlatacağım.
Narsisizm:
Anne (kendilik nesnesi) ile ilişkileri ve narsisiszm:
Narsisitik kişilik bozukluğunun arkasındaki ana problem; kendilik tasarımının yetersiz ve değersiz oluşudur. Özsaygı eksikliği ve değersizlik duygusundan ötürü ilgilenilmemeye ve reddedilmeye karşı belirgin bir hassasiyet; incinebilirlik vardır. Bunların karşısında ise değersizlik ve hiçlik duygusunu gidermeye yönelik olarak çok değerli; önemli ve özel bir kendilik tasarımı bulunur. Bu kimselerin canlı ve aktif görünümü; içsel yenilgiye ve depresyona karşı bir savunmadır.
Kohut; narsisistik kişilik bozukluğu gösteren kimselerin annelerinin; temel olarak çocuğun büyüklenmeci; göstermeci yanının gelişmesini ketlediklerini söyler. Bu anneler geri yansıtılmış empati kurma yetenekleri ile ilgili bir yetersizlik gösterirler. Kohut burada başkalarınca yeteri kadar önemsenmeyen bir şeyin üzerinde durur. Bu şey; annenin duygusal tepkileridir. Çocuğun gereksinimi olan şey; annenin onu kucağına alması; emzirmesi değil; gözlerindeki bakış; dudağındaki gülümseme ve yüzündeki duygulanımdır.
Althusser annesinden bahsederken; annesinin onun yüzüne bakmadığını; sürekli onu delip geçen bakışlarla uzaklara baktığını söylüyor.
Althusser in 20 yıllık analiz deneyiminin niye başarısız olduğunun sırrı da burada yatıyor bence. Althusser in son hastaneye yattığı dönemde başka bir analisti oluyor. Althusser onun da çok korktuğunu; kendisi için paniklediğini; onun da neredeyse depresyona girdiğini söylüyor. Daha önceki analisti bir sürü şeyi ihlal etmesine; çerçeveyi bozan davranışlar (mesela Helene i de ayrıca terapiye almak gibi) göstermesine rağmen belli ki seanslarda oldukça nötral ve klasik bir tutum sergiliyor; soğuk; mesafeli ve üstten alan bir tutum sürdürüyordu. Halbuki son analistinin kendisine duygusal tepkiler verebilmesinden ve duygulanım gösterebilmesinden çok yararlandığını düşünüyorum.
Kohut çocukta herhangi bir gereksinim hali ve anksiyete ortaya çıktığı zaman; kendilik nesnesine (anneye) yönelik önce ılımlı bir bir endişe hali yaşadığını ve annenin yüzündeki bu endişenin çocuğa geçtiğini; böylelikle kendilik nesnesiyle kendiliğin birleştiğini ve anksiyetenin yatıştığını belirtir.
İşte biraz önce sözetiğimiz son analisti; her ne kadar Althusser tarafından duygusal tepkiler vermekle suçlansa da; aslında böylesi tepkiler vererek yatıştırma işlevini yerine getirmiştir.
Anneyle yaşanan bu tür deneyimler annenin bu yatıştırma fonksiyonun içselleştirilmesini sağlar. Yani herhangi bir endişe halinde insanın kendi kendini teskin edebilmesini temin eden şey; tam da bu ilişkiden sağlanır.
Çocuk varlığının ve yaptıklarının kendilik nesnesinde yarattığı sevinç ve coşku sayesinde kendini sevilebilir; değerli ve önemli olarak algılar. Anne eğer çocuğun eylemlerine ve çeşitli durumlarına karşılık empatik geri yansıtma işlevini yeterince yerine getirmemişse; kendiliğin göstermeci-büyüklenmeci yanı oldukça arka planda kalır ve “ya hep ya hiç” yasasına uygun hareket etmeye başlar. Kendini gösterme ve büyüklenme çabalarının ya ketlendiğini ve sosyal faaliyetlerinde gösterilemediğini ya da tam tersine; çılgınca ortaya çıktığını; aşırı iş yapma veya cinsel aktiviteye girme biçiminde patlak verdiğini görürüz. Dolayısıyla; göstermeci- büyüklenmeci yanın ortaya konulduğu bu patlama dönemlerinde Althusser in karşısındaki nesnenin çoğunlukla bir kadın olması anlaşılabilir bir şeydir. Çünkü daha önce göstermeci-büyüklenmeci kendiliğin anne karşısında başaramadığı hayranlık uyandırma bu şekilde telafi edilmeye çalışılmaktadır. Bu eksikliği giderme çabaları yüzünden Althusser yaşamının önemli bir zamanını kadınları baştan çıkarmakla ilgili çabalarla geçirmiştir.
Althusser’in kadınlarla ilgili temel problemini şöyle özetleyebiliriz. Daha önce annesinin başardığı gibi; başka kadınlar tarafından da ele geçirilip köleleştirileceğine dair bir korkuyu taşımakta; fakat aynı zamanda kadınlarda hayranlık uyandırmak istediğinden onlardan tamamen uzak duramamaktadır. O zaman; önünde kalan yol kadınları kendi kontrolü altında olan ilişkiler içinde fethetmektir. Eğer kadınları mutlak olarak kontrol altında tutabilirse; göstermeci-büyüklenmeci kendilik; daha önce yaşayamadığı hayran olunma gereksinimini kısmen karşılayabilir. İlişkinin kendi kontrolünden çıkmakta olduğunu gördüğünde ya da bu kadınlardan kendisine yönelik herhangi bir istek geldiğinde ya da herhangi bir aktif tutum aldıklarında ise yeniden köleleşme tehdidi dolayısıyla ilişkiyi sonlandırmak isteyecektir. İnisiyatifin karşı taraftan gelmesine karşı o kadar duyarlıdır ki; mesela kendisiyle ilgilenen bir kadına "ben kimseye böyle bir hak vermiyorum" demiştir.
Baba (idealize edilen kendilik nesnesi) ile ilişkileri:
Anneyle ilişkide ifade bulamamış büyüklenmeci-göstermeci arzuların yarattığı; büyüklenmeci göstermeci kendilik; babayla ilşki sayesinde önemli ölçüde tamir edilebilir ve kendiliğe entegre edilebilir. Bunun böyle olabilmesi için; babanın başka bir işlevi yerine getirmesi gerekiyor. Babanın bu işlevine Kohut; idealize edilen kendilik nesnesi işlevi adını verir. Baba idealize edilmeye uygunsa ve buna izin verici bir ilişki içindeyse; çocuk onun yüceliğine katılma yoluyla kendini tamir etme olanağını kısmen bulabilir.
Althusser in babasıyla ilişkisine baktığımızda böyle bir olanağın da gerçekleşmediğini görüyoruz. Kohut; özellikle babanın iş başında faaliyet halindeyken; bir şey yaparken ona katılmanın önemini vurgular. Althusser in babası kendini ev hayatından tamamen soyutlamış; evdeki hiç bir işe karışmayan; karısını ve çocuklarını da asla kendi iş hayatına karıştırmayan biri. Althusser in büyüdükten sonra babasının iş hayatıyla ilgili bilgiler edinmeye çalışmasını; onun bankayı nasıl yönettiğini ve oradaki insanlarla nasıl ilişkide olduğunu araştırmasını çocuklukta gerçekleşmemiş bir şeyin telafisi olarak yorumlamak gerekir.
Ancak Althusser’in babasıyla hiç bir identifikasyonu olmadığını da söylemiyorum. Hatta babanın olumsuz yanlarıyla özdeşleşmenin epeyce örneği olduğunu da söyleyebilirim. Mesela; babasının annesinin gözü önünde başka kadınlara kur yapmasından aşağılık; utanılacak bir şey diye söz ediyor; ama kendisi dik alasını yapıyor: Helenee in gözü önünde başka bir kadına masanın üzerinde sevişme teklif edebiliyor ya da Helenee nin yanıda bir kadınla sevişmeye başlıyor ve sevişmeyi sürdürmek üzere evden çıkarıp deniz kenarına götürüyor. Babasının annesine yaşam hakkı tanımadığını; annesinin kendisine ait bir dünya kurmasın engellediğini söylüyor; kendisi de aynı şeyi yapıyor ve ileride Helenee’nin bağımsızlaşma ve kendi dünyasını kurma arzularını şiddetle bastırmaya çalışıyor.
Althusserin annesi ve babasıyla ilgili tasarımlarından söz etmeyi düşünüyordum; ancak Orhan onları iyi bir şekilde özetleyerek benim de işimi kolaylaştırmış oldu. Şimdi Althusser in kendisiyle ilgili tasarımlarına geçeceğim.
Althusser in kendilik tasarımları:
Kendisini çocukluğunda "zayıf; küçük bir yaratık; erkek omuzlarına hiç dönüşmeyecekmiş gibi görünen dar omuzlu; beyaz yüzlü; fazla ağır bir alnın altında ezilen; ıssızlık içinde kaybolmuş bir çocuk; bir oğlan çocuğu bile değil; zayıf ve küçük bir kızcağız" olarak tanımlıyor. Orhan; Althusser’in; bütün çocukluk yaşamını annesinin istediği gibi aşırı uslu; aşırı saf ve temiz bir çocuk olarak geçirdiğini ve annesini böyle elde etmeye çalıştığını zaten söylemişti.
Diyorki "Tamamen annemin arzularının ve fobilerinin esiriydim. Yani; annem ne istiyorsa ben onu yapıyordum. Onun adeta kölesi gibiydim.”.
Özerkliğini kazanma girişimleri:
Althusser; annesinin kulu kölesi ve onun arzularının bir uygulayıcısı olmaktan kurtulmak için çocukluğundan başlayarak özerkleşme; bağımsızlaşma girişimlerinde bulunuyor. Mesela kendisine tenis öğretiliyor; ama tenisi onların öğrettiği gibi oynamıyor; kendince başka teknikler geliştiriyor. Yüzerken de kendisine öğretilenden başka biçimlerde yüzüyor. Hayatı boyunca özerkliğini; kendisinin ayrı bir varlık olduğunu ebeveynlerine ve kendine kanıtlama çabası içinde. Bağlılık içeren sağlıklı ilişkiler ile bağımlı (bir köle gibi) olmak arasındaki ayırımı bilemiyor. Bu yüzden de her türlü etkilenmeye kedini inatla kapatmaya çalışıyor. Fakat öte yandan da kuvvetli bağlanma ve bağımlılık eğilimleri var.
Bağımlılıktan kortuğu kadar arzuluyor da. Fakat bu kez köleleşmeden ve koşulsuz bir sevgiyle kendini seven ve kendisine koşulsuz olarak bağlanan biriyle olarak; annesiyle ilişkisindeki hayal kırıklıklarını ( kendisini değil de ölmüş amcasını seven; kendisine değil başkasına hayran olan annenin yarattığı hayal kırıklıkları) tamir etmek arzusu içinde.
Latent eşcinsellik:
Althusser in ergenlik döneminde; ortaokul yıllarında Paul diye bir arkadaşı oluyor. Paul le ergenler arasında görülebilecek düzeyde yakın bir dostluk ilişkisi var; ama önemli oranda eşcinsel öğeler de içeriyor bu ilişki. Fakat Althusser bu ilişkide eşcinsel bir yan bulunmadığına bizi inandırmak için yoğun bir çaba içerisine girmiş. Onunla oynadıkları cinsel oyunlara; arkadaşına sarıldığında cinsel haz duymasına ve ereksiyon olmasına karşılık bunun eşcinsellikle ilgisi olmadığına inanmamızı istiyor. Kanıt olarak da kendisinin aynı dönemde bir kıza aşık oluşunu gösteriyor. “Bir kıza aşık olduğuma göre; Paul e aşık olmamışımdır” diyor. Fakat işin ilginç yanı bu kız Paul ün sevgilisi ve daha sonra Paul ün evleneceği kişi. Daha sonra bu kızın profili bütün kadınlarda aradığı profil oluyor. Nerede ne zaman bu kıza benzer birini görse; ilk aşkını (Paul ü) hatırlatan bu kızlardan etkileniyor. Althusser in bu kıza duyduğu ilgiyi bize eşcinsel eğilimleri olmadığının kanıtı olarak sunmasına karşın bu tarz bir ilgi tam da latent eşcinselliğin en yaygın görünümünü oluşturur: Yani tekrarlayan bir biçimde arkadaşlarının sevgililerine aşık olma eğilimini.
Althusser in 5 yıl süren tutsaklık döneminde Daël adındaki biriyle ilişkisinde de eşcinsel bir rengin varlığı belirgin olarak görünüyor. Daël hakkında şunlar aktarıyor "2 m. lik; bana karşı oldukça sevecen; ayrıca tehlikelere ve Almanlara karşı gözünü kırpmadan karşı durabilen gerçek bir erkek" benim için eşi bulunmaz gerçek bir koruyucu oldu. Tutsaklıktan sonra Fransa ya döndüklerinde; Daël in bir kadınla birlikte olduğunu ve yakında evlenecekleri haberini aldığında Daël e o kadınla evlenmemesi için yalvaran ısrarcı mektuplar yolluyor. Kıskançlıktan yoğun acılar çektiğini söylüyor. Sonunda Daël Althusser e evlenmeyeceğine dair söz vermek zoruda bile kalıyor.
Tutsaklıktan sonraki bu dönemde Althusser zührevi bir hastalığa yakalanmış olduğu korkusuna kapılır. Bu korku içinde defalarca doktorlara gider. Bu korku; kabul edilemeyecek ya da suçluluk duygusu yaratabilecek cinsel bir arzuya karşı (Daël e yönelik cinsel arzu) bir savunma olarak ortaya çıkmış olabilir. Bunu bilinçdışının diliyle şöyle ifade edebiliriz: "Cinsel arzumu bastırmak zorundayım; yoksa cinsel ilişki beni hasta edecek". Ya da bu semptom aynı arzuların gerçekleştiği iddasını içeriyor olabilir. Bunu da şöyle tercüme edebiliriz "Daël le cinsel ilişkim beni hasta etti". Yani semptom; bir uzlaşmayı -doyum ile bunun karşılığındaki suçluluk duygusunun bir bileşimini- ifade ediyor olabilir.
Gene yaklaşık aynı dönemlerde öğretmen okuluna başladığı sıralarda gözlerinin bozuk olduğuna ilişkin bir saplantısı ortaya çıkıyor. Gözlerin sembolik anlamı hatırlanırsa ve zührevi hastalık fobisiyle göz bozukluğu saplantısı birlikte değerlendirilirse bunun da gene kendi erkeklik kimliğiyle ilgili bir yetersizliği hatta belki de bir iddayı ifade ettiği daha iyi anlaşılacaktır.
Özdeşleşme (identifikasyon) çabaları:
Orhan; Althusser’in hem annesiyle hem de babasıyla yeterli ilişkisinin olmadığını ve onlarla iyi özdeşleşemediğini söylemişti. Althusser i yaşamı boyunca bu özdeşleşme eksikliğini tamamlamaya çalışırken izleyebiliriz.
Lise öğretmenlerinden Richard; bu tamamlama çabalarının tipik örneklerinden biridir. Bu kişi; Althusser tarafından tam da annesinin kendisinde görmek istediği gibi saf; temiz; hep ulvi duygular içerisinde; tensellikten uzak bir figür olarak tanımlanıyor. Narin; nazik ve kibar; bedenin ayartmalarından tamamen sıyrılmış arı bir ruh. Althusser; öğretmenini erkek olması dolayısıyla bir baba yedeği olarak kullandığını düşünüyor; ama bence bu yeni bir anneyle yeniden ilişki kurma çabasından başka bir şey değil. Nitekim daha sonra annesinin de mesleği olan öğretmen okuluna girmesi de bu öğretmeninin teşvikiyle gerçekleşiyor. Gene öğretmenlerinin yazılarını taklit ediyor; seslerini; konuşma biçimlerini taklit ediyor.
Althusserin bu şekildeki özdeşleşme çabalarının aslında başka bir anlamı daha var; bu çabalar aynı zamanda onun baştan çıkarıcılığının da esasını oluşturuyor. Öğretmenlerini o kadar iyi taklit ediyor; o kadar iyi yansıtıyor ki mesela bir ödevi tam onların uslubune ve beklentilerine göre yazması; öğretmenlerinin onu çok beğenmelerine yol açıyor. Bu tavrı yüzünden bütün sınavlarda birinci oluyor; ama ne zaman genel bir sınava girse; kendisini yansıtabileceği bir öğretmen yerine bir jüri karşısına çıksa; ya da bilmediği; tanımadığı dolayısıyla kendilerine kendilerini yansıtamayacağı öğretmenlerin yaptığı bir sınava girse başarısız oluyor.

İlk hastaneye yatış:
Bence ele geçirilme ve cinsel bir aktivite karşısında pasif kalmaktan öte; başka bir problemle karşı karşıyayız. Yani Althusser in ilk depresyonunu ortaya çıkaran şey; cinsel aktivitede pasif durumda kalmaktan öte; bir kadının benlik sınırlarının içine girmesi ve ele geçirmesiyle ilgili görünüyor. Kadınlarla yakınlaşmak; daha önce annesiyle yaşadığı ilişkideki köle olma durumunu anımsattığından bir tehdit oluşturmaktadır. Bu köleleşmek; başkasının arzularının esiri olmak tehdidi; aynı zamanda kendiliğin bütünlüğünü ve bağımsızlığını koruyamama tehdidi olarak yaşanmaktadır.
Althusser in kadınlarla ilişkilerine baktığımız zaman; (Helene de de kendisini gösteriyor bu) şöyle bir örüntüyle karşı karşıya kaldığımızı görüyoruz:
Önce kadınları baştan çıkarmak için elinden geleni yapıyor; fakat kadınların kendisiyle ilgili planlar; tasarılar kurmaya başlamasıyla; onları itmeye ve uzak durmaya başlıyor. Kadınlarla ancak belli bir mesafeyi koruyarak yaşayabildiği ilişkilerde kendini tehdit altında hissetmediği için; mesela uzak yerlerde yaşayan kadınlarla daha iyi ilişkiler kuruyor. Bu mesafe sayesinde ilişkiyi sürdürebiliyor; çünkü ele geçirileceği; sınırlarının ihlal edileceği endişesinden uzak kalmış oluyor. Annesiyle ilişkisinde yaşadığı sevdiğinin kölesi olma durumunun tekrarlanacağından korktuğundan; yeniden bir köleye dönüşmemek; başka bir insanın arzularının esiri olmamak için kadınları hep belli bir mesafede tutuyor ya da yakınlaşsa bile tamamen kendi inisiyatifinde kalmasını sağlamaya çalışıyor. Helenee nin insiyatifiyle başlayan bu ilişkinin böyle bir psikiyatrik tablo yaratmasının ardında yatan neden bence; bu eski korkunun ortaya çıkmasıyla kendiliğin dağılma tehdidi altında kalmasıdır.
Althusser; bir yandan ilişkilerinde kadınların insiyatif kullanmalarının; kendisiyle ilgili tasarılar yapmalarının onu ne kadar rahatsız ettiğini söylüyor; bir yandan ilk rahatsızlığının kaynağı olarak Helenee nin insiyatifi ile başlayan ilişkiyi gösteriyor; ama bu ikisi arasındaki bağlantıyı kurmuyor. Öte yandan Helenee nin kendisiyle ilgili hiç bir zaman tasarılarının olmadığını söylüyor.
Bu tutarsızlık; körlükten de bilinçli bir inkardan da kaynaklanabilir. Her iki şıkta da bu tutarsızlığın ardında Helenee i öldürmesinin bir kurtulma girişimi olarak değil de intihar olarak algılanmasını sağlama ve kanıtlama çabası bulunmaktadır.
Helenee:
Diyor ki "Helenee ile buluşur buluşmaz onun içinde dipsiz bir acı; bir yalnızlık uçurumu bulunduğunu sezdim. O andan itibaren çoşku verici bir istek; bir kutsal görev duygusu kapladı içimi: onu kurtarmak; yaşamasına yardım etmek. Tüm yaşamı boyunca da bu görevden hiç sapmadım; en son anda bile benim varlık nedenim hep bu oldu”. Bir kişinin öldürdüğü biri için böyle söylemesi ilginç gelmiyor mu? Althusser olup bitenin bir intihar olduğu ve Helene e aslında bir hizmette bulunduğu fikrini tüm kitap boyunca örmeye çalışıyor.
Althusser’in Helenee ilgili nasıl bir tasarımı var; biraz onun üzerinde duracağım.
Helenee nin annesi tarafından istenmeyen hatta nefret edilen bir insan olduğu; hiç anne sütü almamış; annesiyle ilişkisinde sürekli aşağılanan biri olduğunu; (Şimdi burada sadece bu kadarlık bir açıklamayla bile böyle bir kimsenin sevme yeteneğin pek de olmayacağını söylemek mükün.) dolayısıyla Helenee in de kafasında hep kızgın ve hiddete eğilimli; yola getirilmesi olanaksız; dik başlı bir hayvancık; ürkütücü bir kadın; bir cadı; haksızlığın ve şiddetin doruğunda kendisinden daha baskın bir gücün etkisiyle durmadan içine düştüğü aşırılıkları denetleyemeyecek; çevresine kötülük saçan bir ifrit olduğunu söylüyor.
"Hiç sevilmeyi beceremeyecek korkunç bir cadıdan başka bir şey olmamak korkusu içindeydi; bu kadar derin ve dayanılmaz bu korkuyu hissediyordu ki; zaman zaman bizim ilişkimiz boyunca da hep böyle bir korkuya kapıldığını görüyordum."
Ama bütün bunlara karşın bir yandan da şunları söylüyor Althusser.
"Sevmeye gelince; Helenee nin üstüne yoktur. Hiç bir kadında; ondaki sevme yeteneğini; hem de hayalde değil eylemde görmedim; onu bana öylesine kanıtladı ki.”
Annesiyle ilişkisinde hiç sevilmemiş hep aşağılanmış ve nefret edilmiş bir kimsenin nasıl böylesine olağanüstü sevme yeteneği olabilir? diye biraz düşünmemeiz lazım. Üstelik bu kişinin; kendilik tasarımı da kötü bir cadı; vahşi bir hayvan iken.
Althusser-Helenee ilişkisinin dinamikleri:
Althusser in Helenee de olduğunu iddia ettiği olağanüstü sevme yeteneği; aslında olağanüstü bir sevilme isteği ve açlığı olsa gerek.
Keza Althusser in kendisinin de büyük bir onaylanma; hayran olma gereksinimi içinde olduğunu biliyoruz. Yani en azından ben böyle düşünüyorum.
Althusser’in baştan çıkarma; karşısındakilerinin beklediklerini önceden sezip bunları yerine getirme ve böylelikle karşı tarafa sevildiğini zannettirme gibi bir paterni olduğunu görmüştük. Bu ilişkide de temel dinamiğin bu olduğunu düşünüyorum. Helenee Althusser in oyunlarıyla sevildiğini zannetmekte ve sevilmeye karşı şükran duyarak karşılığında Althusser in de onaylanma; beğenilme hayranlık uyandırma gereksinimlerini karşılmaktadır. İkisi arasındaki ilişkinin temel dinamiği buymuş gibi geliyor; ama bu kadar değil tabi; başka şeyler de söz konusu. Helene le ilgili söylediklerine devam edeceğim ve böylekle ilişkilerinin dinamiği ile ilgili yeni bilgiler aktaracağım.
Althusser diyor ki; “Diğer okul arkadaşlarımın kız arkadaşlarından çok farklı bir kadınla ilişki içindeydim. Ben gerçek bir kadını; hem de çok nitelikli bir kadını seviyordum; üstelik o da beni seviyordu. geniş ve zengin bir deneyim; dünyayı çağının en büyük sanatçı ve yazarlarını tanımış olması; önemli askeri sorumluluklara varıncaya kadar; yüklendiği direniş hareketindeki hizmetleri; birçok tuzakları boşa çıkarmış; olağanüstü cesaret ve kahramanlıklar göstermiş; kendisini tutuklayan gestapoya bile baskın çıkarak kurtulmuş kısaca olağanüstü bir kadın. Benden çok büyük ve çok üstündü.”
Althusser; Helene le ilgili aynı zamanda; bir kahraman tasarımı var. Olağanüstü bir kahraman; herşeyi alteden; son derece girişken; hiçbirşeyden korkmayan; silahla olsun; yumrukla olsun; dövüşen bir insanı tasarlıyor. Kendisinin bunları hiç bir zaman yapamayacağını; savaşın; kavganın kendisini ne kadar korkuttuğunu; biriyle kavga etmeye asla kalkışamayacağını; hele silahlı bir mücadeleye asla giremeyeceğini ve bundan dolayı da kendini korkak bulduğunu düşünürsek; böyle bir nesnenin neden olağanüstü bir kahraman olarak tasarlandığı da daha anlaşılır bir şey olacaktır. .
Kendisinin de farkında olarak söylediği gibi Helenee sayesinde bütün bu korkaklığını; kendini adam yerine koymayışını; aşmış gibi oluyordu. “Onun bana katılmasıyla benimle birleşmesiyle; ben de erkek oluyordum”. Helenee i birkaç yerde daha erkek olarak tarif ediyor ve erkek sözcüğünü de vurgulayarak kullanıyor. Bu da Althusser’in temel sorunlarından birine; falluslu anne gereksinimine işaret etmektedir. Babasıyla ilişki kuramayıp; onunla özdeşleşemediği için; hem anne hem baba olacak bir nesneye gereksinimi vardı. Helenee’nin bir sevgili olarak seçilmesi ve ilişkilerinin; bütün çalkantılara rağmen bu kadar uzun sürmesinde bir çok dinamik etken yanında Helenee’nin Althusser’in zihninde aynı zamanda bir erkek olarak görülmesinin de önemli rolü olduğunu düşünüyorum.
Helenne Althusser’in gözünde bir yandan bir benzeri ( annesi tarafından hiç sevilmemiş; hiç takdir görmemiş; annesinin hayranlığını kazanamamış biri olarak); bir yandan annesi (yaralanmış; incitilmiş;ezilmiş; yalnız bırakılmış; kurtarılması gereken biri olarak); bir yandan da idealize edilmiş kendilik nesnesi yani babasıydı (gözünü budaktan sakınmayan olağanüstü bir kahraman bir erkek olarak).
Althusser in kitabın bir çok yerinde kendisiyle ilgilenen nesnelerle ilgili yaptığı tanımlamalar; bazan öyle bir noktaya varıyor ki; çok basit bir şeyi olağanüstü bir şey diye anlatıyor. Bu kendine ait veya kendisinin bir parçası olarak gördüğü nesneleri yüceltme eğilimi; narsisitik bir eğilimdir. Mesela Helene ile ilgiliolarak “olağanüstü bir zekası vardı; benim hastanede yattağım dönemde; doktorları atlatarak pencereden gelip benimle görüşmeyi başarmıştı” diyor. Hepiniz bunun olağanüstü bir şey olmadığını; bizim hasta yakınlarının hepsinin bu yolu az zamanda keşfettiğini bilirsiniz. Gene; son doktoruyla ilgili olarak “olağaüstü bir bürokratik zeka göstererek kitaplarımı evimden hastaneye getirmeyi düşünmüş ve olağanüstü bir dedektiflik yaparak bunları bana vermişti” diyor.
Helenee ile ilgili başka bir şeyden daha söz etmek istiyorum; Helenee nin daha önceki aşıklarının hepsi Naziler; Sovyetler Birliği siyasi polisi ya da başkalarınca kurşuna dizilmiş insanlar. Çok yakın bir dostu; bir peder de yine; Naziler tarafından öldürülüyor. Anne ve babasına gelince; onları bizzat kendisi öldürüyor. Althusser’in Helenee ile ilgili bu tasvirlerinin aslında olağanüstü şiddet içeren; son derece tehlikeli; aynı zamanda katil olabilecek bir insana ait olduğunu söyleyebiliriz. Annesini öldüren O; babasını öldüren O; Nazileri; Gestapo’yu dize getiren O. Ve bütün sevdikleri öldürülmüş olan da O. Yani bütün sevdikleri ölüme yazgılı olan biri.
Helenee i ne kadar çok sevdiğini uzun uzun anlatmasına karşın bir çok yerde de aslında kendisini hiç bir zaman Helenee e veremediğini; ona hiç bir zaman gerçek bir bağışta bulunamadığını ; onu yeterince sevemediğini söylüyor.
Helenee nin zaman zaman kapandığından söz ediyor. Helenee kendisini herhangi bir anda; sözgelimi kendisini kötü hissettiği çeşitli durumlarda; iletişime tamamen kapatabiliyor. Althusser ile hiç bir ilişki kurmuyor. Ayrıca Helenee kendisini durgun; kötü hissetiği çeşitli zamanlarda; Althusser e sıklıkla “Bana bir şey söyle” diyor. Althusser; Helenee’nin “bana bir şey söyle”; ya da “ne düşünüyorsun” sözüyle kendisini çok büyük ve asla karşılayamayacağı bir talep karşısında gibi hissettiğini; yani Helenee den “bana herşeyi ver”; “beni mutlu et” gibi bir mesaj aldığını ve bunun altında büyük bir sıkıntı yaşadığını söylüyor. Althusser bunun bir çığılık olduğunu ve Helenee’nin kendisi olamadığı için Althusser dolayımıyla olmaya çalıştığını söylüyor. “Bu içleracısı çağırının altında; neyin gizlendiğini hem o hem de ben biliyorduk. Onun içinden hiç çıkmayan kötü bir kadından; korkunç bir anneden; kendisini seven ya da sevmek isteyenden başlamak üzere herkese kötülük yapan; her yaptığını da kötü yapan bir cadıdan başka bir şey olmamak korkusu”. “Bu kuruntunun doğurduğu dehşet; sonuca ulaşmayan sevilme isteminin güçsüzlüğü ile şiddetli ve inatçı bir red tepkisiyle; ödünleniyordu”.
“Heryanı diken ve pençe kesilmiş; çılgın ve kanlı bir hayvancıktan başka bir şey değildi”diyor ve ilişkilerinin uzun yıllar boyunca; bu tarzda yürüyen; sado-/mazoşistik bir ilişki olduğunu söylüyor ve bütün bunlara rağmen diyor ki:
“Ben Helenee nin hiç bir zaman bana el koyacağına dair bir endişeye kapılmadım; Helenee nin benimle ilgili fikirler beslediğine dair bir endişeye kapılmadım”. Bana her şeyi ver ve beni mutlu et diye atılan bir çığlıktaki derin ve büyük talebi görmesine rağmen nasıl böyle konuşabiliyor dersiniz?
Diyor ki “O benim özgürlüğüme olağanüstü özen gösterirdi; diğer kadınlarla ilişkime son derece saygılıydı”.
Althusser; aslında koşulsuz olarak; ne yaparsa yapsa ve hatta başka kadınlarla ilgilense bile sevildiğine inanmak arzusunu anlatıyor.Fakat hiç bir zaman da sevildiğinden emin olamadığı için daha doğrusu küçük olumsuzluklarla bile yüzleşemediği için bize ideal; kusursuz bir sevgi sunuyor. Ama bir yandan da biliyor ki bunlar kendi arzuları ve gerçek değil. Çünkü zaten kendisi de daha sonradan diyor ki “Başlangıçta sabırlı; sonra yavaş yavaş derken birden soğuk ve düşünceli ardından eleştirici; buyurucu ve kırıcı oluyordu”. Eğer bir tarafın duygularıyla ilgili; sabır ve hoşgörüden söz ediliyorsa; öncelikle memnuniyetsizlik ve hoşnutsuzluk olması gerekir ki karşı taraf buna sabır gösterirdi ya da hoşgörürdü denebilsin.Ayrıca bir insanın hem buyur