“DERT DAİMA İNSANA YOL GÖSTERİR”
İnsanoğlu; evvela var olan sağlığını koruyan; belli nedenlerle sağlığını kaybettiğinde ise kendisini tekrar eski sağlığına kavuşturmaya çalışan ve otomatik olarak işleyen harikulade sistemlerle donatılarak dünya sahnesine gönderilmiştir.
Sözgelimi vücuda bakteri; virüs gibi mikroorganizmalar girdiğinde organizmamız anında “yüksek ateş” üreterek evvela savunma; ardından da antikor silahlarıyla savaş pozisyonuna geçer. Çünkü; genetik kodlarında önceden kayıtlı olan istihbari bilgilerden dolayı anlar ki düşman kuvvetleri olan bakteri ve virüsler ancak yüksek ateşli bir ortamda çoğalamazlar. Böylece organizmamızın; sayıları sınırlı tutulan bu düşman askerleriyle vereceği savaşım kolaylaşmış olur. Yine; “öksürük; halsizlik; ağrı” gibi semptomlar da aynı şekilde; sağlığımızla ilgili yolunda gitmeyen bir şeylerin var olduğuna dair sinyaller veren birer “ikaz / alarm” sistemleridirler.
Öyle ya; bu sinyaller olmasaydı vücudumuzda neler olup bittiğinin ve birşeyler yapmamız gerekip - gerekmediğinin farkına varamazdık. Böyle bir durumda gerekli tedbirleri alamayacağımız için hayatta kalmamız da pek mümkün olmazdı. Dolayısı ile; bütün bu mekanizmaların aslında insanın hayatta kalmasına hizmet eden çok hayati bir işleve sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Yukarıda anlattıklarıma benzer bir mekanizma aslında “psikolojik yapımız” için de sözkonusudur. Aynı şekilde organizmamız; doğuştan var olan güçlü “psikolojik savunma ve savaşım sistemleri” vasıtasıyla evvela kişinin “ruhsal bütünlüğünü” korumaya çalışır. Bu amaçla; yeri geldiğinde istem dışı olarak devreye giren “inkar; mantığa bürüme; ödünleme; yüceltme; şok; yansıtma” gibi bazı “savunma mekanizmaları” kullanır.
Örneğin; sevilen bir kişi kaybı sonucu yaşanan “acı” eğer dayanılamayacak kadar büyük ise; organizmamız öncelikle “hayır; yok; böyle bir şey olmadı; o ölmedi” gibi kelimelerle ifade edilen “gerçeği inkar” yoluna gidebilir. Gerçeğin inkar edildiği bu birinci yol sonuç vermezse şayet; otomatikman yedekte bekletilen alternatif savunma yöntemi devreye sokulur. Mesela bünye bu sefer de “şok” tepkisine sevk edilebilir. Daha da olmazsa; son çare olarak organizmanın dış dünya ile bağının tamamen kesildiği “bayılma” reaksiyonuna başvurulabilir. Yani ne yapılır edilir; bu gibi kritik olaylar esnasında duruma özel tepkiler üretilerek kişinin “ruhsal bütünlüğü” bir şekilde korunmaya çalışılır.
Aynı şekilde organizmamız gerektiği zamanlar “korku” duygusu üreterek kişiyi tehlikeli durumlardan uzak tutar; bazen de “sevgi” duygusu üreterek kişiyi sevgi nesnesine yaklaştırır; böylece sevgi ihtiyacının kesintisiz bir şekilde karşılanmasını sağlamaya çalışır.
(Köyden şehre yeni gelen biri caddede karşıdan karşıya geçerken çok ürkek ve korkak davranır. Bu korku; sahip olduğu bilgi ve deneyim azlığıyla ne kadar da orantılıdır aslında. Organizma kişinin bu yönünü bilir; otomatikman devreye girerek onu karşı karşıya olunan tehlikel iduurmdan korumaya çalışır. Kişi şehir ve trafik konusundaki onca bilgisizliğine ve deneyimsizliğine rağmen bizler kadar cesur olabilseydi ortaya nasıl bir tehlike çıkardı; değil mi! Böylesi bir durumda; organizmanın işleyişini bilmeyen; dilini anlamayan bir kişinin bilgi ve deneyimi artırmadan sırf "abartılı" diyerek korkuyu azaltmaya çalışması nasıl tehlikeli bir tablo doğururdu; hiç düşündünüz mü! Psikolojik yardım uygulamalarımızda maalesef böyle tablolarla karşılılmaktadır.)
Yine ihtiyaç duyduğu gıdayı “iştah” sinyali yoluyla bize iletir; üzerine çok gelindiğinde de ani “öfke patlamaları” yaşar; bu şekilde duruma müdahale ederek muhatabına “artık dur; yeter; kaldıramıyorum” mesajı vererek sınırlarını korumuş olur. Aynı şekilde; hastalık taşıma potansiyeli yüksek olan pis şeylere karşı istem dışı bir “tiksinti” hissi üreterek kişiyi bu gibi riskli yerlerden / ortamlardan uzak tutarak “korumaya” çalışır.
Bahsi edilen ve insani hayrete düşüren bu eşsiz sistemi ve bu sistemin harikulade işleyişini anlatan örnekleri daha da çoğaltmamız pekala mümkündür.
Bu temel gerçeği sizlerle paylaştıktan sonra mevzumuzla alakalı mühim bir gerçeği ifade etmenin şimdi tam sırası diye düşünüyorum. Evet; benzer mekanizmadan / işleyişten yola çıkarak yaşadığımız her “derdin ve sıkıntının” da aynı şekilde bir sinyalizasyon işlevi gördüğünü söyleyebiliriz.
Yaşanılan bütün içsel sıkıntılar (stres; mutsuzluk; karamsarlık vs.) da yukarıda anlatılan mekanizmada olduğu gibi durduk yere ortaya çıkmaz. Bütün bunlar da haddizatında organizmamızın bize yolladığı birer “yardım / ikaz” işaretleridir aslında. Ya da bu işaretlere bize gönderilen dostane bir “ihbar mektubu” da diyebiliriz.
Hal böyle olduğu halde; çoğu kişi; malesef ki iç dünyasının derinliklerinden kendisine gönderilen bu “uyarı mektubunu” böyle algılamaz. Hemen işin kolayına kaçar; sözü edilen “mektubu” anında yırtmaya kalkışır. “Sıkıntılar dili” ile verilen mesaja kulak vermek ve bunun gereğini yapmak yerine hemen bu “dost sesi” anında kesmeye kalkışır. "Işığı gözlerimi kamaştırıyor; sesi kulaklarımı tırmalıyor" diye hemen ona eline ne geçirirse atmaya koyulur. Tıpkı; apantisti patladığı için karnı ağrıyan; bu “ağrı dilini” doğru okumak yerine "bilinçsizce kullandığı bir ağrı kesici neticesinde" bu “sesi” alelacele susturan; sonra da zehirlenip hayatını kaybeden kişi gibi.
Velhasılıkelam; Mevlana nın dediği gibi; “Dert aslında insana daima yol gösterir.”
Hemen “işaret tabelasını” sökmeye çalışmak yerine bize klavuzluk eden bu işaretlere uygun manevralar yapabildiğimiz sağlıklı bir yaşam dileğiyle...