Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Bireysel Psikoterapide Varoluşçuluk

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:56    Güncellendi: 18.02.2025 21:56
Varoluşçu psikoterapi; İkinci dünya savaşının ardından Avrupa’da geliştirilmeye başlanmış; sonrasında Amerika’ya transfer edilmiş bir terapi disiplinidir.
Irvin D. Yalom; Varoluşçu Psikoterapiyi geliştiren; yapılandıran; Amerikalı bir psikiyatri uzmanıdır. Bu konuda hem bilimsel hem de hikaye-roman türü son derece kaliteli yayınlar da yapmıştır.
Varoluşçu Psikoterapi; çatışmanın merkezine varoluşun getirdiği temel kaygılar -ölüm; izolasyon; anlamsızlık; özgürlük- ve bu kaygılarla baş etme amaçlı istekleri yerleştirmiştir.
Yalom; anksiyete dediğimiz sıkıntı kavramının psikopatolojinin tetikleyici ve zaman zaman bu patolojinin sürdüreni olduğunu; kabul eder. Burada bahsedilen şey;
Varoluçu psikoterapide; temel dinamik model olarak;
Temel Kaygıların Farkındalığı Çatışma Anksiyete Savunma mekanizması

Varoluşsal Arzular
Bireyde Çatışma Alanları
Kişinin ölüm gerçeğinin algılaması; ölümsüz olma isteği; bununla ilgili girişimlerinin olmasına neden olur. Buna yönelik gerçekleşen davranışlar; risk alma gereksinimi; yaşamsal tehlikelerin önemsenmemesi; gerekli önlemleri almama tarzındaki davranışlar şeklinde açığa çıkar.


İnsanların seçimleri kendileri aittir. Bunlar kişi olarak bireysel istekler; ayrıca iradi kararlar çıkış noktasını oluşturur. Burada özgür olmak ve bunun bedeli olarak yaşamın sorumluluğunu almak zorunda kalmak; kişinin kaygı duymasına neden olur. Çatışma; birey için işte bu noktada; doğruyu gösterecek bir yönlendirici bulamamak; ancak doğru bir karar vermenin zorunlu yaşamsal önem taşıdığı realitesi arasında ortaya çıkar.
Yalıtım duygusu; insanın bir varlık olarak başkalarına ne kadar gereksinimi olsa da; onlarla sevgi bağı kursa da; diğer insanlardan varlık olarak farklı ve kendine özel olması gerçeğinden kaynaklanır. Kurulabilecek hiç bir ilişki; bu yalıtım duygusunu insan için telafi edebilecek güce sahip olamaz. İnsan; bir bütünün parçası olabilmek; aidiyet duygusunu hissedebilmek gereksinimini hisseder. Bundan beklentisi yalıtım duygusundan kurtulabilmektir. Yaşadığı çatışma; bu istek ve buna engel olan; telafisiz yalıtım gerçeğini uyuşmamasından kaynaklanır.
Anlamsızlık duygusu; insanın içinde hissettiği; kendisine karşı umursamaz bir evren içerisinde bulunduğu; hangi yöne gideceğini bilemediği için eksiklik duygusu yaşatır. Bütün yaşamına; varlığına temel oluşturacak; kendisini değerli hissettirecek bir amacının olmadığı duygusu şeklinde kendisini gösterir. Yaşamında bir anlam arayışında olan insan; eğer bunu doğal olarak hissedemiyorsa; bu anlamı kendisi oluşturma gereksinimi hissedecektir. Buradaki sorun; insanın kendi oluşturduğu anlamların; bu temel anlam gereksinimini ne kadar karşılayabildiğidir. Çatışma; anlam isteği ve gereksinimi ile yaşadığımız evrenin; anlamla ilgisi konusunda tavizsiz tutumu arasındadır.
Varoluşçu Psikolojiye Göre Savunma Mekanizmaları
Buradaki savunma mekanizmaları; bilinç seviyesine ulaşmış; özgün savunma mekanizmalarıdır ve insanın korkularını giderme amacına yöneliktir.

1. Ölüm anksiyetesi :
İnsanın sevgi görememe; unutulma kaygısı; sevdiklerini kaybetme kaygısı; başarısızlık kaygısı; ölüm anksiyetesine eşlik eden ikincil kaygılardandır. Bu kaygıları yok etme amaçlı çabalar varoluşçu ekole özgü savunma mekanizmalarını açığa çıkarır. Bunlar;
§Mutlak başarıyı yakalayarak asla unutulmamak;
§Özdeşleştiği kişinin yardımıyla ölüme karşı durabilmeye çalışmak;
§Kendi başına gelmeyeceği inancı;
§Zamana karşı durabilme mücadelesi;
§Kimseye bağlanmadan; sürekli hareket halinde yaşamak;
2. Özgürlük ve Sorumluluk
Heidegger’in kullandığı bir kavram önemlidir; Dasein. Bu kavram; aynı anda iki anlam birden alır. O an; oradaki varlık. Birde; kendi yaşantıladığı; oluşturduğu yaşamı kuran varlık. Özgürlük ve sorumluluk kaygıları yok edilmeye veya katlanılır hale getirilmeye çalışılırken; savunma mekanizmalarına gereksinim duyulur. Bunlar;
Zorlantı: Yaşamı sürdürmeyi etkileyecek şekilde bazı yinelenen hareketler. Bunlara örnek vermek gerekirse; Cinsellik zorlantısı; ikili ilişkilerde zorlantı; alkolizm; kumar alışkanlığı;şeklinde gerçekleşen; bağımlılık şeklinde yaşantılar sayılabilir. Burada zorlantılı davranışlar; tercih yapma veya sorumluluklarını alma durumlarından kaçabilme çabasına yönelik olarak oluşturulur.
Sorumluluğunu başkasına yükleme: Kişinin yaşamında kendi yaşamsal olayları için başkalarından sürekli bir destek beklemek. Sorunlarının hallini de; isteğine göre olmayan durumları da onlardan kaynaklı algılamak.
Masum kurban rolü oynama: Olayların kendisi dışında geliştiğine dair inanç oluşturma ve buna göre bir davranış örüntüsü oluşturma.
Kontrolü kaybetme: Kişinin olaylar ile ilgili orantısız ve uygun olmayan tepkiler vererek; kontrolsüzlük yaşantılamasıyla; yaşananların sorumluluklarından kaçmaya çalışmak.
İstekleri ile ilgili sorumluluk ve karar verici pozisyondan kaçınma: Kararsızlığa sığınarak; tepkinin anlamlı olacağı süreci geçirmeye çalışmak.
3. Varoluşsal Yalıtım
Varoluşçu yalıtım dendiğinde; kişiliğin en derininde kendisinin dışındaki dünyayla doldurulamayacak bir boşluk olduğunu hissetmektir. Burada kullanılan savunma mekanizmaları;
Varolduğunu onaylayan başkalarına tutunma: Kişinin başkalarınca unutulmaktan korktuğu; kendi varlığını onaylamalarını beklediği zorlantılı sevgi ihtiyacı duymasıdır
Tek başına kalmaktan zorlantılı kaçınma: Kişinin yalnız kalmamak için devamlı birilerine gereksinim duyması birlikte olmak veya zamanı bir şekilde tüketemeye yarayan muhtelif faaliyetlerde bulunmak bu savunma mekanizmasının özüdür.İlişki kurmak;ilişki içinde bulunmak hayatın özüdür ancak bu savunma mekanizmasında ilişkiye ve kişiye hakkettiği değer verilmez.Maksat ilişki içinde olunan kişiyi “yalnız kalmama gereksinimini” doyuracak şekilde kullanmaktır.
İşkoliklik: Varoluşsal kaygı yaşayan kişiler; yalıtımı sağlayacak zamanı tüketmek yönünde davranırlar. Zamanın tüketmenin değil; yaşamın içinde olmaları gerektiğinin farkında değildirler. Burada önce varoluşsal yalıtımla yüzleşmek gereklidir.
Birleşme: İnsanın; birey olarak; doğumundan itibaren yalıtılmışlık korkusu kendisinden büyük oluşumlara dahil olmayı isteği vardır. Bu doğaldır ancak bunu kendi ego sınırları ile dengelenmeye gereksinim vardır.
Varolmanın farkındalığı
Kişinin “Dasein” kavramın içinde; varoluş kaygısıyla; yani unutulacağı veya yok olacağı kaygısından yola çıkarak Heideger; “ölüm içinde yaşama” kavramından bahseder. Burada ölümlü olduğunu unutmadan; günlük oyalayan aktivitelerden uzaklaşarak yaşamsal olayları gerçekleştirme davranışını benimser.
Heidegger’ e göre insan için iki temel varoluş şekli vardır. Bunlar;
a. Varolmayı unutma yada oyalanma durumu:
Bu temel var oluş durumunda birey; günü kurtaracak tarzda yaşar. Sıradan işlerle zamanını doldurur.

b. Varolmayı düşünmede; kişinin olayların gerçekleşme şeklini algılamasıdır. Bu varoluşunu anlayarak farkındalık düzeyinin arttığı bir durumdur ve süreklilik arz eder. Kendinde değişiklik yapma gücünüde bu şekilde kazanır.
Kaynak: Varoluşçu psikoterapi-Dr.CanGüngen