"Ozan sözü uz olur; çok uzaktan söz olur; yıl dediğin nedir ki; yel gibi geçer; ömrü olana... Dirse Han ın oğlu da elendi; belendi; tığ gibi bir delikanlı olup çıktı meydana.. İlle velakin; geleneğe göre; göze batacak bir şey yapıp yakıştıramadığı için; daha adı konmamıştı" (Dede Korkut Masalları; Eflatun Cem Güney; Doğan Kardeş Yayınları A.Ş. Basımevi; İstanbul 1958;s:8).
Türk halk hikayelerinden Dede Korkut Masalları nda toplumda bir yere sahip olmanın yolunun ad almaktan; yani göze batacak bir şey yapıp yakıştıramaktan geçtiği böyle anlatılır. Şimdi hepimiz bir ad ve soyadı ile yaşama başlıyoruz; ancak bu bizim yine de kendi hayatını yönetebilecek; doğruyu yanlışı ayırabilecek ve kendi ayakları üstünde durabilecek bir kişi olarak yaşama başlamamızı sağlamıyor; çocukluk dönemini noktalayıp sağlıklı bir erişkin haline gelebilmemiz için yine bir ara dönemden geçmemiz gerekiyor. İnsanların sadece ailelerine ait oldukları; ebeveyn velayeti altında yaşadığı çocukluk döneminden çıkıp bizzat kendilerinin veli olma yetisini kazanıp topluma maloldukları erişkinlik dönemine geçişleri sırasında yaşadıkları ara döneme ergenlik dönemi denmektedir.
Ergenliğin ilk belirtileri; hormonal değişikliklerle birlikte başlayan fiziksel değişikliklerdir. Bu değişiklikleri; sosyal ve psikolojik alanlarda kendini gösteren etkileşimler izler. arkadaş ilişkileri derinleşir; otonomi eğilimi ; entellektüel uğraşlar artar ve toplumsal aidiyet duygusunun arayışı başlar ( Caroly S. Pataki; Adolescent Development; Kaplan & Sadock s Comprehensive Textbook of Psychiatry; Ninth Edition; 2009 Lippicott Williams& Wilkins; Philadelphia; s:3356). Nörobiyolojik değişimin yoğun olarak yaşandığı bu dönemde; bütünleşmiş bir kendiliğin oluşumu hedefine ulaşabilmek için sosyal ve psikoseksüel arayış hızlanır; yeteneklerin sergilenebileceği; sosyal rollerin denenebileceği yeni alanların keşfi ihtiyacı ve çabası artar. Ergenin bu arayışlarını sağlıklı biçimde pratiğe dökebileceği alanlara ulaşabilmesinin önemi büyüktür. Bu alanlar; sağlıklı ve üretken bir arkadaş; okul çevresi ve gelecekteki mesleki yönelimine uygun olarak yeteneklerini tecrübe edebileceği; kendini eylem içinde görüp sınayabileceği alanlardır.
Sağlıklı bir ergenlik süreci; karşılıklı bir malolma sürecidir. Toplum ergene ; ergen de topluma malolursa ergenlik dönemi sağlıklı biçimde tamamlanır. Bu nedenle ergen de toplumdan beklenti içindedir; ergenin gelecekle ilgili umutlarının canlı tutulması gerekir. Toplum bir gelecek vaadettiğini hissettirmelidir. Ancak bunun karşılıksız olmadığı; ergenin de topluma karşı sorumluluklarını yerine getirmesinin ; sorumluluk duygusunun gelişmesinin çok önemli olduğu öğretilmelidir. Ergenin otonomi çabalarının herşeyden bir kopuş olmadığı; tam tersine yeni sorumlulukların ve bağlanmaların kendisini beklediği; kendi ayaklarının üstünde durarak kendi kararlarını verebildiği; sonuçlarına da kendisinin katlanması gereken bir geleceğe hazırlandığı vurgulanmalıdır.
NEDEN TÜKETİYORUZ?
1000 yıl; hatta 100 yıl öncesinde yaşayan insanlara kıyasla günümüz insanının bu soruya doğrudan vereceği cevaplar bulması çok güçleşmiş durumda. 1000 yıl önce yaşayan bir insana bu soru sorulduğunda; cevabı çok basitçe; “ihtiyacım var; neye ihtiyaç duyuyorsam ve bulabilirsem onu tüketirim” biçiminde olacaktı. İhtiyaç-tüketim ilişkisi bugün çok bulanık; hatta çoğu zaman ortadan kalmış denebilecek kadar zayıflamış durumda. Ancak ihtiyaç tanımını 1000 yıl öncesine göre değil de günümüze göre tekrar yaparsak; günümüz insanının tüketim yoluyla; yine de ihtiyaç denebilecek bir şeyleri gidermeye çalıştığını söylemek mümkün; ama bu ihtiyaçların 1000 yıl önceki hayati ihtiyaçlardan farkları; giderilmediklerinde yaşamı idame ettirmenin olanaksız hale gelmemesidir. Günümüzde ihtiyaç olarak tanımlanan şeyin ne olduğunu sorarsanız; bunun kişinin yenilenme ihtiyacı; acizliğinden; zayıflıklarından sıyrılmış hissetme ihtiyacı; muktedir; güçlü; beğenilen; arzulanan birisi olarak hissetme ihtiyacı olduğunu söyleyebiliriz. Bunun nedeni de; insanların artık kendi hayatları üzerinde söz haklarını giderek yitirmelerinden kaynaklanmaktadır. İnsanlar giderek kendi haytlarının yönünü belirleme iradesini kullanma yetisini yitiriyorlar çünkü insanlar; nasıl yaşayacağı; nasıl aşık olacağı; nasıl çalışacağı; nasıl tatil yapacağı; nasıl düşüneceği; neyi seçeceği ile ilgili hemen hemen hayatlarının her alanında giderek daha edilgen bir hale geliyorlar ve iradelerini kullanamıyorlar. Kendine saygı duymanın; kendini sevebilmenin en önemli gereği olan kendi iradesini kullanarak yaşama hakkını yitirmeye ve bundan artakalan edilgenliğe; insanın doğasının katlanması mümkün değildir. Eğer edilgenlik durumuna bir çözüm bulunamazsa o insan kendini yoketme sürecine girer istemeden; çünkü insan kendini eylem içinde vareder; bu eylemliliğin efendisi kendisi olmadığı anda insan kendi varoluşunu hissedemez; yokolmuştur. İşte mağaza raflarında bulduğumuz ve markalı olmasına özen gösterdiğimiz şeyler; bize; edilgenliği aştığımız ve satın alınacak bir şey seçerek kendi hayatımız üzerinde gerekli olan irademizi kullanabildiğimiz yanılgısını yaşatır. Markalı; pahalı; alınması zor bir şeyi raflardan seçerek almak bize güçlü; muktedir; beğenilen birisi olduğumuz hissini verir çünkü irademizi kullanmış olma yanılgısı vardır bu eylemde. İşte insanda; edilgenlikten kurtulduğu yanılgısı yaratan ve çok zor durumda bile bütçeleri zorlayarak “marka” almaya insanı iten bu yanılgıdır. Alınan yeni şey bir süre sonra sihrini yitirir; seçim yapma ve iradeyi bu yolla gösterme gereği bu sihrin kaybolması ile birlikte yeniden ortaya çıkar; sihri yaratacak yeni bir tüketim eylemi peşine düşülür hemen; satın alma eylemi ile birlikte yine geçici bir süre için rahatlanır; sonra tekrar aynı arayış başlar çünkü insanın içindeki iktidar duygusunu; markalı da olsa; satın alınan şeylerin hiçbiri kalıcı olarak destekleyemez.