“Kadın doğulmaz; ama olunur” demişti Simone de Beauvoir; 1949 yılında yazdığı “İkinci Seks” adlı kitabında. Var olmanın temel koşulu olarak kabul ettiği cinsel benliğe doğuştan sahip olmadığımızı; hayatın zorlu sınavlarından geçerek öğrendiğimizi savunmuştu satırlarında.
“Ailemdeki tüm kadınlar; annem; teyzem; anneannem; gerçek kadındırlar; yüksek topuklu ayakkabılar giyerler; makyajsız dolaşmazlar” diyor dünyanın en seksi kadını olarak kabul edilen Monica Belluci. Anlaşılan o; kadın olmayı; çocuk yaşta kadınlığına hayran olduğu anneannesinden öğrenmiş; “80 yaşındaydı ama hala kiliseye giderken kırmızı ruj sürerdi” diyor. Cinsel benlik olmadan var olmaya çalışmanın mümkün olmadığını keşfetmiş küçük yaşta.
Bizim annemiz; teyzemiz; anneannemiz ne durumdaydı acaba? Cinsel benliklerine sahip çıkmayı öğrenmişler miydi? Kadınlıklarıyla gurur duyuyorlar mıydı? Cinsel benliğe sahip olmayan insanın eksik; mutsuz; sağlıksız olduğunu; kadınlığını yaşayamayan kadının müzik çalamayan piyanoya; sözü olmayan kitaba benzediğinin farkına varabilmişler miydi? Eğer “kadın doğulmaz ama olunur” ise; neden bazı kadınlar bunu başarmış bazıları ise başaramamıştı?
Kadın veya erkek rolleri sosyal; biyolojik; psikolojik ve hatta ekonomik şartlardan etkilenerek uzun bir yolculuk sonunda oluşur aslında. Bu yolculukta genç kızlar; genç erkekler cinsel benliklerini keşfetmeye; kendilerine “yakışan” bir kimlik oluşturmaya gayret ederler.
“Kendini nasıl tanıtırsın” diye sorduğunuzda insanlar değişik açılardan tanıtırlar kendilerini. Kimisi mesleğinden söz eder; kimisi anne olduğundan. “Kendim” kavramı yıllarca süren bir yolculuk sonunda; etrafın da şekillendirmesiyle oluşmuştur. Kendimizi düşünürken; “kendim” içinde; rollerimizin; duygularımızın; statümüzün zenginleştirdiği birçok ben olduğunu; sadece bir tane “ben” olmadığını fark edebiliriz. “Anne ben;” “evlat ben;” “arkadaş ben;” “kızgın ben;” “sevecen ben;” “kıskanç ben;” “çocuk ben”…Genç kadınlara “kendini nasıl tanıtırsın” diye sorulduğunda; bu “ben”lerin arasında en cılız ses genellikle “kadın ben” den çıkar… Çünkü “kadın ben” saklanmıştır. Kadın ben’in ihtiyaçları; ilgileri; istekleri “etraf” tarafından onay görmemiş ve bu nedenle ortadan kaldırılmıştır. Çünkü “kadın ben” konuşacak olsa; izin verilse; özgür bırakılsa; sadece “etraf” değil; diğer benler de onu itip kakmaya; aşağılamaya başlayacaktır.
Kişinin benliği oluşurken; başkaları tarafından kabul görmeyen davranışlar; duygular ya en derinlerde saklanır ya da ortadan kaybolmalıdır. Eğer kızgınlık etrafınızda tolere edilen bir duygu değilse; örneğin; kızgın değilmiş gibi davranmayı öğrenirsiniz. Kızgınlığınızı bastırırsınız. Cinsel duygular; yasaksa; konuşulmasına; ifadesine izin verilmezse; cinsel duygularınız; heyecanlarınız yokmuş gibi davranmaya zorlanırsınız.
Pek çok genç kız; cinsel benliklerini; kadın kimliklerini oluşturmaya çalışırken; düz bir çizginin üzerinde en negatif tarafa “hafif kadın”ı; diğer ucuna da “erkek gibi kadın”ı koyup; öğrendikleri doğrular ve yanlışlar ışığında kendilerine bu çizgi üzerinde bir yer ararlar. Seçim sanki kaçınılmazdır. “Hafif kadın olamayacağıma göre; erkek gibi kadın olmalıyım.” Bu karar; toplum tarafından onaylansa da kişinin psikolojik sağlığı için çok sakıncalıdır. Çünkü bu kararı destekleyen inançlar tehlikelidir: Kadın ne kadar cinselliğinden uzak olursa; ne kadar az elbise giyerse; ne kadar az güzel olur; ne kadar az erkeklerin ilgisini çekerse; ne kadar az seks isterse; ne kadar az cilve yapar; ne kadar az KADIN olursa; o kadar iyi…
Başkalarının onaylaması; kişiliğin kabul görmesi için gerçek ihtiyaçlardan; duygulardan uzaklaşır; başkalarına saygılı olmak uğruna en büyük saygısızlığı kendinize yaparsınız. Gerçek benliğinizden; kadınlığınızdan uzaklaşırsınız.
Bazı kadınlar kadınlıklarından fiziksel görüntüleriyle uzaklaşırlar; bu kadınları tanımak; çözmek daha kolaydır. Kadın olduklarına isyan eder gibidirler. Onlara kadın diyesiniz gelmez. Bazıları ise kadın gibi giyinseler; kadın gibi süslenseler de; iç dünyalarında kadınlıktan uzaklaşırlar. Kadınlıkla ilgili tabuları; kuralları; kadın ruhlarını hapsetmiştir. İsteklerini; ihtiyaçlarını kabul etmezler. Onlarda görünüşleri dışında bir kadınlık bulamazsınız… Seksi görünürler ama seks sevmezler…
Seks seven seksi kadın: Ayşe Arman
Kadın olabilen kadın; kadınlığını hissetmeyi; güzel olmayı; seksten zevk almayı; elbise giyip otobüse binebilmeyi; kadınlığından keyif almayı becerebilir. Kadın olduğunu ama “hafif” olmadığını her fırsatta haykıra haykıra bağırmak; etrafına kabul ettirmek ister. Mert; güvenilir; akıllı; başarılı olurken “erkek gibi” olmamanın gururunu taşır. Etrafın onayını almanın değil; kendi kendisini onaylamanın asıl zafer olduğunu keşfeder. Cinsiyetsiz; eksik bir insan olmayı kabul etmez.
Kadınlığı ile barışan kadın vücudundan da korkmaz. Kendisine aynada çıplak bakmaktan; dokunmaktan; kendi kendine zevk almaktan korkmaz. Kendini saklamaz. Kadınlığına küskün kadının ise; kadınlığı nefes alamaz. Saygı görmeyen; sahip çıkılmayan kadınlığı; cinselliği; küskün vücutlara; mutsuz cinsel hayatlara ve doyumsuz ilişkilere yol açar. Kendini yalnız; çaresiz; tatminsiz; kızgın; mutsuz hisseder ve bazen de psikolojik kökenli cinsel bozukluklara neden olur
Kendine güvenen kişiler etrafın onayı ile çok fazla ilgilenmeyen kişilerdir. Tıpkı Ayşe Arman gibi; orijinalliklerini; hayallerini; hedeflerini; seçimlerini sahiplenir; başkalarından kolayca etkilenmezler. Seksin ayıp olmadığını; hayatın önemli ve doğal bir parçası olduğunu; kadınların da cinsel hayatta erkeklerle aynı haklara sahip olduklarını bilir; kadınlığına saygıyla sahip çıkar. Kendini kabul etmenin; kabul görmekten daha muhteşem olduğunu; kendisi için en önemli onayın kendisinden gelmesi gerektiğini bilirler.
Monica Belluci; Ayşe Arman gibi kadınlar; güzel olmanın; çekici olmanın; “süslü” olmanın; kadın olmanın onları “hafif kadın” yapmayacağını; akıllı; başarılı; yetenekli ve aynı zamanda da “kadın” olunabileceğini; içindeki kadını hapisten çıkarmadan mutlu ve sağlıklı olunamayacağını keşfetmişlerdir. Onlar; cinselliklerine saygılı ve dürüst olmayı bilen; seksi seven seksi kadınlardır.
Dr. Başak Demiriz
Klinik Psikolog
*Bu yazı Temmuz 2009 tarihinde aylık Tempo dergisinde yayınlanmıştır.