Yaşamımız süresince hep bir şeylere kucak açar; bir şeylere veda ederiz. Evimize gelen misafirlere olduğu gibi hayatımıza giren bireylere de kucak açarız ve gidecekleri zaman onlara veda etmek zorunda kalırız. Aslında evimizin kendi düzeni vardır ve gelen misafirin belli bir süre sonra gitmesi gerektiğini kabul edebiliriz. Ancak hayatımızdan giden insanları bırakmakta güçlük çekeriz.
Çeşitli kültürlerde farklı karşılanmakla birlikte; bizim yaşadığımız kültürde ölüm ve ayrılık konuları; üzerinde düşünmek istemediğimiz konulardandır. Sağlığımızı tehdit edici konuşmaları kısa kesmeye çalışır; “şeytan kulağına kurşun; Allah korusun; gözden gönülden ırak” ; gibi cümleler kullanırız. Konudan kolayca ürkeriz ve tahtaya vurma; mezarlığın önünden geçmeme veya mezar taşlarını okumama gibi davranışları benimser; bunlara uyum sağlarız. Ölüm ve ayrılığı hayatımızdan olabildiğince uzakta tutmaya çalışır; onu kovabileceğimiz kadar kovarız. Oysa kayıp kaçınılmazdır; bir gün bizimde kapımızı çalacağı kesindir ve bu gerçeği kabul etmemiz gerekir.
Sadece insanlara değil; zamanı gelince nesnelere; mekânlara; duygulara; mesleğimize; kişiliğimizin bir parçasına veya hayallerimize veda etmemiz gerekebilir. “Doğduğumuz günden beri bir şeyleri bırakarak büyürüz. Bebek sütünü bardaktan içmek için annesinin memesini bırakmayı kabullenir. Yürümeye başladığında; kucakta taşınmanın güvenliğini kaybeder (V.Volkan;1993).” Nasıl hayallerimiz zihnimizde birer imge halindeyse kişisel dünyamıza aldığımız her şeyin de zihnimizde bir imgesi oluşur. Gerçekte kaybettiğimiz şeyin fiziksel acısı çok değildir; bizim bırakmakta güçlük çektiğimiz zihinsel imgelerimizdir. Dünyamıza aldıklarımızla ilgili psikolojik yatırımlar yaparız. Yani anlam çıkartırız ve bu anlamlarla duygularımızı besleriz. Sevdiğimiz kişilerin; manevi değeri büyük olan nesnelerin; her kurduğumuzda içimizi ısıtan hayallerin bizim için hayati anlamı vardır. Bunlara veda etmek duygusal anlamda güçtür ve belli süreçler izler. Bırakmak / veda etmek/ yokluğunu kabul etmek; anlamını silmek demek değildir. Yatırımların gerçek olmayacağını kabul etmek ve yeni yatırımlar yapmak için kendini hazırlamak demek daha doğru olabilir.
“Bırakmak” meselesi her şeyden önce bizim kontrolümüzü sarsan bir zorunluluk olarak karşımıza çıkar. Eve gelen misafiri ağırlamak için kontrolü elimize aldığımızda gitmesi gereken zamanı da kendimiz ayarlayacağımız hissine kapılırız. Bu nedenlerle hayatımıza giren şeyleri kaybettiğimizde kontrolün küçük bir kısmının bizde olduğu gerçeği bizi sarsar.
Gerçekte karşımıza çıkanlar veya başımıza gelenler sadece gelir ve biz bunlarla baş etmekte kontrolü elimize alırız. Performansımızı zorlarsak iyi bir meslek; iyi bir ev iyi bir araba ve iyi bir eş sahibi olabiliriz. Oysa bunların elimizde oluşu asla bunları kaybetmeyeceğimiz anlamına gelmez. Bu nedenle hayatımızı sürdürürken kontrolün bir kısmının da hayatın kendisinde olduğunu hafızamızda stres yapmayacak kadar tutmak kayıpları kabullenmekte bize kolaylık sağlar.
Kayıpları kabul etmek karşımıza yeni çıkan olanaklara kucak açmamızı sağlar. Gelişim böyle gerçekleşir. Kaybettiklerimizin daha iyisini ya buluruz ya da bulamayız. Bunu atlatacak beceriyi kazandıktan sonra ise daha iyisi için arayışa çıkabilir; yerine doldurulacak şeyleri koymak için girişimlerde bulunabiliriz.
Yaşamın götürdüklerine rahatça veda edin; yaşamın getirdiklerine tebessümle kucak açın…
Kaynak: Volkan; V & Zintl;E. (1993) Life After Loss: The Lessons of Grief (Kayıptan Sonra Yaşam); İzmir: Halime Odağ Psikanaliz ve Psikoterapi Vakfı Eğitim Notları No:2; İkinci baskı.