Ölüm; hiç birimizin yadsımadığı ama korkuyla yadsımaya çalıştığı kaçınılmaz son... Ölüm; sevdiklerimizin ölümü hepimizi farklı derecede etkiler. Bir cenaze evine gittiğinizde; ölenin yakınlarından bazılarının feryat figan ağladığını; bazılarının ise köşede sessizce kendine döndüğünü görürsünüz. Kadeşler arasında bu davranış farklılığı çok belirgindir; çünkü ölenin en yakınları onlardır. Peki; neden kardeşler farklı tepkiler veriyor? Neden biri feryat figan ağlarken; diğeri şaşkın bakışlarla kendi içine dönüyor; ya da neden bir diğeri beklenenden fazla tecrübeli davranıyor?..
Ölümü ve yas reaksiyonunu açıklayan Freud’a göre; ölenin ardından yaşanan ilk reaksiyon inkar safhasıdır. Bu safha kişiden kişiye değişen sürelerde yaşanmaktadır. Bu süre; ölümün nasıl olduğu; beklenen bir ölüm olup olmadığı; ya da ölenle hissedilen duygusal bağlantıya ve öleni “kaçıncı yaşımızda” kaybettiğimize göre değişmektedir. Bu dönemin aşılması; kabullenme süreci ile suçlu arama davranışı başgösterir. Bu süreçte bazılarının yüksek sesle kendisini akladığını; diğerlerini suçladığını görürüz; diğerleri ise kendi içine çekilmiş ve kendini suçlamakla suçlamamak arasında gidip gelmektedir. Buraya kadar olan safhalar “akut dönem” olup; fırtına yatıştığında herkes kendi içine çekilir ve muhasebesini yapmaya başlar. Bu dönemde ölene karşı yaşanan duygusal çatışmalar süreci belirleyendir. Ölenle belirgin ruhsal çatışması olanlar bu süreci daha zor ve daha uzun zamanda atlatmaktadır. Sonuçta ölene karşı hissedilen çatışmalı duygular yatışır ve yas reaksiyonu sona erer...
Ölü evine baktığımızda herkesin bir görevi olduğunu görüyoruz... Ölenin yakınları; özellikle çocukları arasında davranış değişikliği belirgindir; kimisi feryat figan ağlarken; kimisi köşesine çekilir ve şaşkın bakışlarla kendi içine döner. Ölenin eşi daha metanetlidir. Ölenin uzak yakın demeden gelen akrabaları ölenin yakınlarına değişik davranışlar sergilerler. Yaşlılar bir odada çevresindekileri ölüm ve din ilişkisi hakkında yeniden bilgilendirir. “Ölümün Alah’ın emri olduğu”; “Kabir Azabı”; “Dua’nın Kerameti”; “ölümün bir son değil; bir kavuşma olduğu” gibi konuları konuşarak çevredekilerin varoluş kaygılarını azaltmaya çalışırlar. Ne de yaşları itibarı ile ölüme en yakın olanlar onlardır ve onların metanetli olması örnek bir davranış teşkil ederek daha genç olanların ölüm karşısında daha güçlü olmasına yardımcı olur. Böylece insanların kendi ölümleri ile ilgili zamansız sorgulama yapmaları engellenmiş olur. Bu odadaki seromoni “yaşamın devam etmekte” olduğunun hatırlatılması ile nihayete erdirilerek kişilerin kendi iç gerçeklerine dönülmesi sağlanır.
Bir diğer odada feryat figan eden kardeşe yardımcı olmaya çalışan birilerini görürüz. “Her anne babanın evlatlarını çok sevdiğini; evlatları arasında ayırım yapmadığını ama evlatlarından birini kendine hami seçtiğini ve her fırsatta ondan yardım aldığını; ona çok güvendiği hissini verdiğini” isim vermeden hatırlatarak; kişinin iç hesaplaşmasında kendine haksızlık etmesini önlerler. Bu sayede bu evladın; evlat olarak kendi üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirdiği hatırlatılmış olur. Bu onurlandırma davranışı; bu evladın iç hesaplaşmasını kısa sürede atlatmasına yardımcı olur. İçe dönmüş kardeşe kimsenin yaklaşmadığı görülür; burada yaşanan mateme saygı duyulur. Bu kardeş; inkar ile kabulleniş arasında sıkışmış; kendi hayllerinde ölene ait anılarını hatırlamakla meşguldür. Aslında o da kimsenin kendisine bulaşmasını istememekte olduğundan beden dili insanları kendinden uzak tutmakta; kendi içi ile başbaşa kalma imkanını yaşamaktadır. Bu kardeşin yas reaksiyonunu atlatabilmesi için kendi iç muhasebesinde vicdanı karla çıkması gerekmektedir ve çoğunlukla bu sağlanır. Bu kardeşe doğrudan bir müdahale yoktur ama ölü evine gelen gidenin kalabalığı; ölenle yapılan identifikasyonu beslediği için ölene duyulan saygıyı kendi üzerine çevirmekte bundan faydalanarak kendini onurlandırmaktadır. Bu süreç de onun iyileşmesini sağlar.
Cenaze namazı; ölüm seromonisi devam etmektedir. Cenaze namazı cemaate ve ölenin yakınlarına; ölenle vedalaşma imkanı sağlamakta ve de varoluşun temel kaygısı ile mücadele imkanı sağlamaktadır. Dünya yaşantısının süreli olduğu; bugünü yaşamanın tadına varmayı; ölüm kaygısının sonu değiştirmeyeceği; sadece bugünden alınan hazzı azaltacağını hatırlatır ve hem bugünü hem de yarını düşünmemiz gerektiğini hatırlatır.
Cenazeyi mezara koyma işleminde evlatlarına bu görev verilir; böylece inkar safhasının tamamiyle aşılması sağlanır. Anne ya da babasını mezara koyan evlat; onu mezara koyarak onun öldüğü gerçeği ile mutlak surette yüzleşmekte ve böylece patolojik yasa dönüştürmesi engellenmeye çalışılır.
Görüldüğü gibi kültürümüzde yer alan “cenaze seromonisi” hem ölenin yakınlarına ruhsal iyileşmeyi zorunlu kılmakta hem de ölen diğer çevresine varoluşun gerçeğini hatırlatarak şifa imkanı sağlamaktadır. Bu sebeple cenaze merasimlerinde ağlayanları susturmak; onlara ilaç vererek sakinleştirmek doğru değildir. Herkes kendi tarzı ile bu olayı yaşamak zorundadır. Ama hipertansiyon; ya da diyabet gibi hayati önemi olan hastalıklardan muzdarip kişilerin ilaçla sedatize edilmesi gerekir.