Şair; çocuklarının kendisine –deyim yerindeyse- ayakbağı olduğunu ima etmek için “viran olası hanede evlad ü ıyal var” demiş. Amma; hanelerinde evlad görebilmek için nice servet veren nice aile var; bir bilse idi... Gerçekten de dünya hayatının süsü; neşesidir çocuklarımız. Gün gelip dünyaevine girdikten sonra bu neşeyi tadamayanlar; uzunca sürecek bir maratonun daha başında olduklarını bilmeden soluğu doktorda alırlar. Ama hangi doktorda? Bizim ülkemizde çocuk isteyen bir çiftin ilk durağı; genellikle bir kadın doğum uzmanıdır. Çünkü; önce kadın sağlam olduğunu ispatlamak zorundadır. Öyle ya; erkek milletiz; bizim erkeklerimizde kusur olur mu hiç?!
İşin rengi
Oysa; işin rengi öyle değil! Bu konuda ilk bilinmesi gereken; evliliğin hangi döneminde; adına “infertilite” dediğimiz kısırlıktan kuşkulanılıp doktora gidilmesi gerektiğidir. Biz ürologların tarifine göre; evli bir çiftin düzenli cinsel beraberlik yaşamalarına ve korunmamalarına rağmen; bir yıl içinde hamilelik oluşmamasına “infertilite” (kısırlık) adı verilir. Şu halde; pek sık rastladığımız gibi; 5-6 aylık evli çiftlerin “çocuğumuz olmuyor” diye doktor doktor dolaşmaları “prematüre” bir telaştır ve maddi-manevi kayıplara yol açar.
İkinci önemli nokta; gidilecek doğru adresin tesbitidir. Genel olarak; kısırlığa yolaçan problem 1/3 oranında kadında; 1/3 oranında erkekte ve 1/3 oranında her ikisinde müşterek bulunur. Böylece; en az %50 oranında problemin erkek tarafını ilgilendirdiği ortaya çıkmaktadır. Kısırlık teşhis ve tedavisine ilişkin şöhret bulmuş bir ifadeye göre; erkek kısırlığında teşhis kolay – tedavi zor; kadın kısırlığında ise teşhis zor – tedavi kolaydır. Bu ifade bize; kadınla ilgili tetkiklerin uzun zaman ve masrafa malolacağını anlatmaktadır. O halde; erkek millet kompleksini bir yana bırakıp; öncelikle erkeğin bir uzman üroloğa görünmesi en doğru ve kestirme yoldur.
Yeri gelmişken;şu meşhur “kusur kimde?” sorusunu bir deşelim. Kusur ve kısır kelimeleri arasındaki yakınlıktan mıdır nedir; halkımız bu soruyu pek sever ve sık sık sorar: “Kusur kimde doktor bey?” Problemin; eşler arasında “fifty-fifty” dağıldığına yukarıda işaret ettik. Bu gerçek bir yana; şu “kusur” yakıştırması (suçlaması değilse) ne oluyor? Elimizde olmadan grip; siyatik ya da akciğer kanserine yakalanınca kimse kendinde kusur aramazken; kısırlık sözkonusu olunca topu taca (ya da karşı tarafa) atmak için bir kusur arama yarışı başlıyor çoğu kez. Bu yarışın sebebi de; en başta çevre baskısı şüphesiz. Biline ki; “kısırlık” bir kusur değil; bir hastalıktır. Bir tarafı değil; çifti ilgilendirir. Her hastalık gibi; bunda da; ilgili hekime başvurulmalı; tanı ve tedavi yolları izlenmeli; çıkacak olan sonuç ise tevekkül ve teslimiyetle karşılanmalıdır.
Erkeğin rolü
Kadına ait kısırlık sebepleri ile teşhis ve tedavi yöntemlerini kadın-doğum uzmanı meslektaşlarımıza bırakıp; uzmanlık alanımız olan erkek kısırlığına bir göz atalım sizinle birlikte.
Kısırlık kuşkusu ile üroloğa başvuran bir erkekte ilk yapılması gereken; ayrıntılı bir sorgulama ve ardından tam bir muayenedir. Probleme ve sebebine ait birçok ipucu; daha bu ilk adımlarda elde edilebilir.
Erkeğe ait kısırlık tetkikinde en önemli ve sık kullanılan yöntem meni tahlilidir (spermiogram). Birçok erkeğe; masturbasyon yoluyla; üstelik evde değil; laboratuar ortamında meni örneği verilmesini gerektiren bu tetkik çok zor ve kabul edilmez olarak gözükür. Ne çare ki; çocuk yapma kabiliyeti ve buna engel olan nedenler hakkında çok kıymetli bilgiler veren bu temel tetkikin; bu şekilde yapılması zorunludur. En az 10 gün arayla yapılan en az iki sperm tetkikinde; hekim tarafından tesbit edilen bir bozukluk varsa; sebebi ortaya koymak için ileri tetkikler gerekir. Meni tahlilinde görülecek bozukluklar; meninin fiziksel ve kimyasal özellikleri ile; sperm hücrelerinin sayısal; yapısal; fiziksel ve fonksiyonel yeterliliklerini ilgilendirebilir.
“İleri tetkik” de ne ola?
Hastalığın ve hastanın öyküsü; fizik muayene ve spermiogram sonuçlarına göre; hekimin isteyeceği ilave araştırmalar kişiden kişiye değişebilir. Bu demektir ki; komşu Ahmet veya bakkal Mehmet’ten doktorunun istediği tetkik bizden istenmemişse şaşmamak gerek; öyle ya; beş parmağın beşi de bir değil...
Artık devir değişti. Yerli yersiz herşeye el atan modern teknoloji; tıpta da devrimler yaptı. Bugün; bir sperm hücresinin yapısı ve fonksiyonu en ince ayrıntısına ve hatta moleküllerine kadar incelenebiliyor. Korkmayın; klinik uygulamada doktorunuz sizden bunları isteyecek değil. Ancak yine de; birtakım kan tahlilleri; sperm fonksiyon testleri; yumurtaların ve çevresindeki damarların renkli ultrason cihazı ile incelenmesi gibi ileri tetkikler ve hatta yumurtadan parça alıp inceleme (testis biopsisi) gibi müdahaleler yapabilir. Unutmayın; bunların hepsi sizin için; yuvanızı; yeryüzü bahçesinin şefkat tomurcukları ile süsleyebilmek için.
Sebepler dünyası
Herşeyin bir sebebi var. Tüm sebepler de; her şeyin Sebebi Olan’ın malumu. Lakin; her türlü teknik gelişmeye rağmen; bazı şeylerin sebebi bize meçhul olabiliyor. Erkek kısırlığında da; ileri tetkik dediğimiz her türlü araştırmaya karşılık; vakaların yaklaşık yarısında bir sebep bulunup ona yönelik tedavi uygulanır. Kalan % 50 olguda ise; bugünkü imkanlarla bir sebep bulunamayıp tecrübeye dayalı değişik tedaviler veya yardımlı üreme yöntemleri seçilir.
Bilinen ve bulunabilen sebepler arasında; hormon ve kromozom bozuklukları; çeşitli sistemik hastalıklar; geçirilmiş ameliyatlar; çevre kaynaklı fiziksel ve kimyasal bazı faktörler; doğrudan testisleri ilgilendiren ve doğumdan itibaren geçirilmiş olabilen bazı hastalık ve anormallikler; kullanılan ilaçlar; bağışıklık sistemi bozuklukları... sayılabilir. Ancak; hepsi bir yana; şu meşhur “varikosel” bir yana.
Varikosel muamması
Birçok infertilite hastasının; yumurtasını göstererek; “doktor; damarında tıkanıklık var deyip ameliyat önerdi” şeklinde bir galat-ı meşhur ile ifade ettiği “varikosel”; erkek kısırlığında en sık görülen organik sebeptir. Yanlışlık; varikoselin bir damar tıkanıklığı değil; aksine bir “damar genişlemesi” olmasıdır. Yumurta çevresindeki toplardamarların genişleyip; burada kanın göllenmesi anlamına gelen varikosel; tedavi edilebilir bir patoloji olması bakımından çok önemlidir. Kısırlık tetkiki yapılan erkeklerin yaklaşık %40’ında varikosel saptanır. Daha çok solda; bazen de iki taraflı olarak bulunan varikosel; spermlerin sayı; hareket veya şekillerini bozarak çocuk oluşmasına engel olur.
Yine bir infertilite klasiği olan soruya sıra geldi şimdi: “Bu varikoselin ilacı yok mu; doktor bey?” El-cevab: Hayır! Spermiogramda bozukluğa yol açmış olan varikoselde tedavi daima ameliyattır. Doğru teşhis sonucu yapılan başarılı bir ameliyat sonrasında; yaklaşık %40-50 vakada hamilelik oluşmakta; toplam %70 olguda ise sperm sayı ve fonksiyonları iyi yönde gelişmektedir.
Yeri gelmişken bir de kendimize çuvaldız batıralım. Ticari etkenlerin dürüst hekimlik prensiplerine de müdahale ettiği günümüz ortamında; ürolojinin en çok istismar edilen ameliyatlarından birisi de varikoseldir. Belki çok az sayıda hekimi ilgilendirse de; bu tür ticari operasyonların (her iki anlamda da operasyon!) yapılıyor olması; hasta-hekim arasındaki güven köprüsünün önemini bir kez daha hatırlatmayı gerekli kılıyor.
Kısırlık tedavisi
Pekçok hasta; tedavinin en ucuz; en kolay; en zahmetsiz ve en çabuk olanını ister. Ancak; erkek kısırlığı sözkonusu olunca böyle bir seçenek yoktur ne yazık ki! Hani; başta dedik ya; erkekte teşhis kolay; tedavi zor diye.
Yıllar yılı; çocuk sahibi olmak isteyen erkekler yüzlerce hap yutup iğneler yaptırarak doktor doktor gezmiş ve her defasında; evdeki dosyalarında ‘fayda vermemiş’ reçetelerin oluşturduğu yığın daha da kalınlaşmıştır. Bu böyledir; çünkü bugün; sebebe yönelik ve çok az sayıda hastaya uygun birkaç kalem ilaç dışında; erkek kısırlığında hap ve iğne tedavisinin ciddi bir yeri olmadığı bilinmektedir. Bu birkaç kalemin içinde; eksik hormonları yerine koyma (eğer gerçekten eksikse); artmış bağışıklık cevabını baskılama ve enfeksiyonların tedavisi için kullanılan ilaçlar sayılabilir.
Cerrahi tedaviye gelince... Yukarıda sözettiğimiz varikosel ameliyatından başka; tıkanmış sperm kanallarının mikrocerrahi yöntemlerle açılması ve tıkalı sperm kanal çıkışlarının endoskopik yolla kesilmesi; iyi ellerde yüz güldürücü sonuçlar veren operasyonlardır.
Bütün bu seçenekler sonuç vermez ise; modern tıbbi gelişmelerin bahşettiği imkanlara doğru devam eden “hayatı süsleme” yolculuğu; son durağına gelmiş olacaktır. Bu durakta infertil çifti bekleyen şey ise; “yardımlı üreme teknikleri” dediğimiz suni döllenme yöntemleridir.
Yolun sonu
Halk arasında aşılama; suni döllenme; tüp bebek; enjeksiyon tedavisi gibi değişik isimlerle ifade edilen; son zamanlarda; baskın medya kültürünün her seviyeden insanımıza bellettiği “mikroenjeksiyon” terimini de içeren bir seri işlem; yardımlı üreme tekniklerini oluşturur. Kabaca ifade edersek; normal cinsel ilişki yoluyla hamilelik sağlanamayan; kadın ve erkekte uygulanan tıbbi ve cerrahi tedaviye rağmen sonuç alınamayan infertil çiftlerde; döllenmeyi kolaylaştırıcı veya bizzat gerçekleştirici suni yöntemlere “yardımlı üreme teknikleri” adı verilir. Döllenme ve bunun devamı; yardımcı bir veya birçok insanın katkısıyla gerçekleştirilir. Daha önceleri çaresiz olan nice çiftin çaresi olmuş ve olacaktır bu yöntemler. Şükür bugünümüze.
Erkek kısırlığında; erkekten şu veya bu şekilde sağlanabilen toplam sağlıklı sperm hücresi miktarına göre; yardımlı üreme yöntemine karar verilir. En kolay ve doğala en yakın olan; “inseminasyon” adı verilen aşılama yöntemidir. Erkeğin jaboratuvar ortamında verdiği sperm; bazı yıkama ve saflaştırma işlemlerinden geçirilip en verimli hale getirilir ve eşinin yumurtladığı gün; bir ince sonda ve enjektör yoluyla rahim içine püskürtülür. Bundan sonrası; sperm ile yumurtanın karanlıklar içinde buluşup döllenmelerine kalmıştır artık. Yaradan “ol” derse oluverir elbet. Demezse; ne çare!
Daha az sayıda sperm hücresi elde edilebilen vakalarda ise; “tüp bebek” diye anılan; tüp içinde yapay dölleme işlemi gündeme gelir. Olgunlaştığı sırada kadının yumurtalığından alınan yumurtalar ile eşinin spermleri; laboratuvarda bir kap içinde biraraya konur ve döllenme gerçekleşirse; embriyo (cenin) annenin rahmine transfer edilir.
Yardımlı üreme teknikleri içinde; devrim niteliğindeki en ileri gelişme ise; sperm hücresinin doğrudan yumurta hücresi içine enjekte edilmesidir. İşte meşhur “mikroenjeksiyon” budur. Milyonlarca infertil aileye umut olan; binlercesini de umutlarına kavuşturan hayli zahmetli; pahalı ve karmaşık işlem. Mikroenjeksiyon sonrası oluşan cenin sağlıklı gelişirse; annenin rahmine transfer edilir ve yeni bir serüven başlar. Cenin yaşayacak mı; rahim duvarına yerleşebilecek mi; doğuma kadar düşmeden ve sağlıklı kalacak mı; bebekte herhangi bir sakatlık oluşacak mı gibi nice bilinmezi içinde barındıran bir serüven. Tüm yardımlı üreme tekniklerinde olduğu gibi; mikroenjeksiyon sonrasında da bütün bu soruların müsbet cevap bulması ve nihayet bir veya birkaç nurtopunun kucağa alınması oldukça az bir ihtimaldir. Bu kararı verecek olan da; herşeyin üstündeki “Kudret Eli” dir elbet.
Neylerse güzel eyler
Varlık sırrına erenler ve onlara öykünenler; Mevla’ya şöyle seslenirler her daim: “Lütfun da hoş; kahrın da hoş”. İşte; dünya hayatlarını tomurcuklarla süslemek için şifa peşine düşenlerin de son demde tavırları bu olmalıdır bence. Her türlü sebebe sonuna kadar yapışmalarına rağmen beklediklerini bulamamış iseler; hayrı ve şerri Yaratan böyle murad etmiş demektir. Ve O’nun her muradında bir hikmet gizlidir. Kullarının bilemediği; kullarının çözemediği... Öyleyse varıp O’nun muradına teslim olmak; gerçek kulluğun gereğidir.
Yine de son sözümüz; gül bahçesi yuvalarda; her renkten şefkat tomurcuklarının dilendiğince açması duasıdır. Kabul buyur Ya Rab!