Destek Sitesi platformunda Uzman olmak ister misiniz?

Uzman olmak için Şimdi başvurun.

Obsessif-Kompülsif Kişilik ve Bozukluğu

Oluşturulma tarihi: 18.02.2025 21:55    Güncellendi: 18.02.2025 21:55
Obsesyon sözcüğü Latince bir kökene dayanıyor. Obsideratum ya da Obsidere; kuşatma; rahatsız etmek anlamında kullanılmıştır. Obsesyonel tabloyu ortaya koyanların başında P. Janet gelir; ve tabloyu psikasteni ( ruhsal zayıflık ) çerçevesi içinde ele almıştır. Daha sonra Freud konuyu ruhsal çatışmalara dayandırmıştır.

Klasik özelliği bitmez tükenmezliği; otomatizm doğuruşu; mücadele yaratışı; hastanın zihninde bağlantısız bir biçimde yer alışı ile belirlenir.Kişide bilinç bozukluğu yaratmadan bir gerilim çerçevesinde hissedilirler.Benlik ( ego ) bu kuşatmayı; çevrelemeyi kesinlikle kabul edemez ve yabancı olarak hisseder; zamanla bu belirtilerin tümü ile mücadeleye kalkıp yarattıkları sıkıntıdan kurtulmaya çalışır. Obsessif kişinin (superego ) üst benliği zamanla katı ve acımasız bir nitelik kazanır ( sadik ).

Obsessif –kompulsif olaylara çocuklarda sık rastlanır ve aşırı olmadıkları sürece doğal oldukları kabul edilir. Bu çocuklar erişkin çağa geçtiklerinde belirtilerden çoğunu yitirdikleri saptanır. Ancak bazılarında yalnız oldukları sırada bunları davranışları ile ortaya koydukları bilinir ki ; ozaman obsesyonel kişilikten söz edilir. Bu çerçeve içerisinde aşırıya varan bir dürüstlük ; her zaman için çok daha yüksek bir düzeye erişme arzusu; eksiksiz olma isteği; abartılmış bir düzenlilik; titizlik; alışkanlık üzerinde hep katı kalma; düşüncede esnek olamama; çoğu kez reddedilmesine karşın gerçekte var olan her konudaki cimrilikler; kuşkular; kararsızlıklar; her şeyi tekrarlarcasına denetimler vb…

Bu belirtilerin aşırılığa vardırılmadığı durumlarda toplum böyle kişileri çaba harcamasını seven; doğru ve görev anlayışı yüksek kimseler olarak görmek vede kabul etmek eğilimi içindedir. Gerçekte ise bu tür insanlar yaşamlarının bu döneminde özellikle yalıtma (izolasyon ); ve karşıt tepki (reaksiyon formasyon ) düzeneklerini başarılı bir biçimde kullandıklarından; obsesyonel kişiliklerinde coşkudan ( emosyon ) ve saldırganlıktan ( agresyon ) uzak bir davranış ön planda yer alır. Ancak bu kişilerde dürtülerin (pulsiyon ) güçlendiği; yada savunma düzeneklerinin etkinliğinin azaldığı durumlarda dürtülerin ( konsiyans ) bilinç alanına çıkmaları tehlikesi belirir ve ozaman hastalık tablosunun az yada çok belirginleşmesi söz konusu olur.

Bir araştırma sonucu; Obsessif- kompülsif hastalardan impuls denetimi zayıf olanların; impulsif olmayanlarla karşılaştırılmasında: İmpulsif gruptakilerin çocukluk dönemlerindeki öğrenim güçlükleri; düşük çatışma dayanaklığı (früstrasyon ); kişilerle zayıf ilişkiler kurma ve ilgi çekme çabaları gibi sıkıntıların daha çok olduğu saptanmıştır.

DSM -4-TR’ ye göre kişilik bozukluğu ölçütleri;

Kişinin kendisini ve çevreyi algılaması; düşünmesi ve ilişki kurması sırasında sosyal ve kişisel bağlamda sergilediği sürekli örüntülere kişilik özellikleri denir.Kişilik özellikleri çevre ile uyumsuz olduklarında ve önemli işlevsel bozukluğa yol açtıklarında kişilik bozukluklarından söz edilebilir .

DSM-4-TR Eksen2’ ye oturtabilmek için genel bir ölçüt seti verilmiştir.

DSM-4-TR genel tanı ölçütlerine göre kişilik bozukluğu tanımı ;

A- Kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan; süregiden bir davranış ve iç yaşantı örüntüsü. Bu örüntü aşağıdaki alanlardan ikisinde yada daha fazlasında kendini belli eder.

1- Kendini; başka insanları ve olayları algılama ve yorumlama yolları; yani biliş (kognisyon)
2- Duygusal tepkilerin görülme aralığı; yoğunluğu; değişkenliği ve uygunluğu; yani duygulanım.
3- Kişiler arası işlevsellik
4- Dürtü kontrolü.

B- Bu sürekli örüntü esneklik göstermez ve çok çeşitli kişisel ve toplumsal durumları kapsar.

C- Bu sürekli örüntü; klinik açıdan belirgin bir sıkıntıya yada toplumsal; mesleki alanlarda yada önemli diğer işlevsellik alanlarında bozulmaya yol açar.

D- Bu örüntü değişmez; uzun bir süredir vardır ve başlangıcı en azından ergenlik yada erişkinlik dönemine uzanır.

E- Bu sürekli örüntü bir mental bozukluğun görünümü ve sonucu olarak açıklanamaz.

F- Bu sürekli örüntü tedavi için kullanılan bir ilaç yada kötüye kullanılan bir maddenin; yada genel bir tıbbi durumun ( örn; kafa travması ) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir.

OKKB ; Bağımlı ;Çekimser ve mixt ; davranış bozuklukları grubundandır.

OKKB= Saplantılı zorlantılı kişilik bozukluğu ;

DSM-4-TR tanı ölçütlerine göre

Aşağıdakilerden dört yada daha fazlasının olması ile belirli; genç erişkinlik döneminde başlayan ve değişik koşullar altında ortaya çıkan; esneklik; açıklık ve verimlilik pahasına düzenlilik;mükemmeliyetçilik ;zihinsel ve kişiler arasında kontrol koyma üzerine aşırı kafa yormanın olduğu sürekli bir örüntü .

1- Yapılan etkinliğin asıl amacını unutturacak derecede ayrıntılar; kurallar ; listeler sıralama organize etme yada program yapma ile uğraşıp durur.

2- İşin bitirilmesini zorlaştıran mükemmeliyetçilik gösterir. (örn; kendine özgü aşırı katı ölçüler karşılanmadığı için bir tasarıyı tamamlayamaz )

3- Boş zamanlarını değerlendirme etkinliklerinden ve arkadaşlıklardan yoksun kalacak derecede kendisini işe ya da üretkenliğe adar.(ekonomik gereksinimleri ile açıklanamaz)

4- Ahlak; doğruluk ya da değerler gibi konularda vicdanının sesini aşırı dinler ve esneklik göstermez.(kültürel ya da dinsel özdeşim ile açıklanamaz)

5- Özel bir değeri olmasa bile eskimiş ya da değersiz şeyleri elden çıkartamaz.

6- Başkaları tam olarak kendisinin yaptığı gibi yapmayı kabul etmedikçe görev dağılımı yapmak yada başkaları ile birlikte çalışmak istemez.

7- Para harcama konusunda hem kendisine; hem de başkalarına karşı cimri davranır.(para;gelecekte ortaya çıkacak felaketler için biriktirilmesi gereken bir şey olarak görülür)

8- Katı ve inatçıdır.(Çözümü görür ama inatçılığından ötürü değişmeyeceğim der.)

Saplantılı zorlantılı kişilik bozukluğu ile (OKKB) saplantı zorlantı bozukluğu yani okb arasındaki isim benzerliğine ve bağlantıya rağmen bu kişilik bozukluluğunda gerçek saplantı ve zorlantılar yoktur. Normal insanda OKB ‘ye gidebilir; OKKB’de OKB’ye dönüşebilir.


OKKB’nin ayırıcı tanısında son derece organize; çalışkan ve özenli kişilik yapısı dikkate alınmalıdır. Belirli bir noktaya kadar bu kişilik eğilimleri yüksek uyumluluk sağlar ve başarıya paralellik gösterir. Ancak bu kişilik bozukluluğu bulunanların tipik bir özelliği; yoğun çaba göstermelerine karşın çok da üretken olamamalarıdır.Mükemmeliyetçi olmaları nedeniyle projeleri tamamlamayı asla başaramazlar ve hiç kimse “standartlarını” karşılayamadığı için; başkaları ile yapıcı iş ilişkilerine giremez; duygularını gösteremezler; işkoliktirler ;sıkıştırıldıklarında öfke ve kızgınlık vardır. Kurallar önceliklidir; insan kurallara uymak mecburiyetindedir; hatta insan kurallara uymak için vardır; prensip fonksiyonel mi diye sormaz; illaki uyacak. Her şey kontrol altında olmalıdır. Okul sınıf birincileri; iyi komutan; bürokrat vs olabilirler. Duygudurum bozukluğu yada tıbbi hastalık gibi bazı durumlarda kişi büyük stres altında kaldığında; normal koşullarda uyum amaçlı olan yada bozukluğa yol açmayan eğilimler soruna yol açabilir. Ancak bu tür olgularda OKKB tanısı konulmamalıdır. Bu kişiler imkânsız standartlarına ulaşamamanın başarısızlığı ile yüzleştiklerinde Duygudurum ya da Anksiyete bozukluğu yaşayabilirler. OKKB olan kişiler kendilerini ve başkalarını sürekli daha iyi olmaya zorlarlar. Bu kişilerin duygusal açıdan soğuk ve resmi oldukları sanılsa da; aslında yakın ve özel ilişkiler kurabilirler (genellikle baskın olduğu kişilerle). Duygusal ifadelerinin eksikliği; tüm enerjilerini her şeyi kontrol altında tutmaya yatırmalarından ve aşıra duygusallıktan duydukları rahatsızlıktan kaynaklanır.

Bir kişilik bozukluğu varsa diğerleri için de tanı konulması olasılığı vardır. Kişilik bozukluğu tanısı koyabilmek için; kişinin uzun dönemdeki işlevselliğinin değerlendirilmesi gerekir.

OKB ise (takıntılı ve zorlantılı bozukluk ) ;

DSM-4 –TR Tanı ölçütlerine göre Obsessif –Kompulsif Bozukluk ;

A- Saplantılar ya da zorlantılar vardır;
1- Zihne istenmeden gelen ve uygunsuz olarak yaşanan belirgin anksiyete yada sıkıntıya neden olan; yineleyici olan sürekli düşünce; dürtü ya da düşlemler.
2- Düşünce; dürtü ya da düşlemler sadece gerçek yaşam sorunları hakkında duyulan aşırı üzüntüler değildir.
3-Kişi bu düşünce; dürtü ya da düşlemlerine önem vermemeye yada bunları baskılamaya çalışır veya başka bir düşünce veya eylemle bunları etkisizleştirmeye çalışır.
4-Kişi saplantı düşünce; dürtü ya da düşlemlerini kendi zihninin bir ürünü olarak görür.

ZORLANTILAR; 1-Kişinin saplantıya bir tepki olarak veya katı biçimde uygulanması gereken kurallarına göre yapmaktan kendini alıkoyamadığı yineleyici davranışlar -el yıkama- düzene koyma - kontrol etme gibi.
Yada zihinsel eylemler gibi---dua etme-- sayı sayma—birtakım sözcükleri sessiz bir biçimde söyleyip durma .

2-Davranışlar yada zihinsel eylemler; sıkıntıdan kurtulmaya; varolan sıkıntıyı azaltmaya yada korku yaratan olay ya da durumlardan korunmaya yöneliktir. Ancak bu davranışlar veya zihinsel eylemler; etkisizleştirilmesi yada korunulması tasarlanan şeylerle gerçekçi bir biçimde ilişkili değildir veya çok aşırı bir düzeydedir.

B- Bu bozukluğun gidişi sırasında bir zaman kişi saplantı yada zorlantılarının aşırı yada anlamsız olduğunu kabul eder. ( bu çocuklar için geçerli değildir )

C- Saplantı yada zorlantılar belirgin sıkıntıya neden olur; zamanın boşa harcanmasına yol açar (günde bir saatten uzun zaman alırlar ); ya da kişinin olağan günlük işlerini; toplumsal etkinliklerini ya da ilişkilerini önemli ölçüde bozar.

D- Başka bir eksen -1 bozukluğu varsa saplantı yada zorlantıların içeriği bununla sınırlı değildir; örn; Yeme bozukluğunda--- yemek konusunda düşünüp durmak
Trikotillomanide; saç çekme üzerinde durma
Beden dismorfik bzukluğunda; dış görünüşle aşırı ilgilenme
Madde kullanım bozukluğunda; ilaçlar üzerinde düşünüp durmak
Hipokondriaziste; ciddi bir hastalığı olduğu biçiminde düşünüp durmak
Parafilide; cinsel dürtüler yada fanteziler üzerinde düşünüp durma
Major depressif bozuklukta; suçluluk üzerine geviş getirircesine düşünüp durma.

İÇ GÖRÜSÜ AZ OLAN ; o sıradaki epizoda çoğu zaman kişi saplantı yada zorlantılarının aşırı yada anlamsız olduğunu kabul etmiyorsa.

Saplantı – zorlantı bozukluğu tanısı belirtiler nedeniyle yaşamlarının akışı bozulan kişilere konabilir. Şiddetli olduğunda OKB mental bozukluklar içerisinde en çok rahatsızlığa yol açanlardan biridir.

DSM-4-TR tanı ölçütleri bir saplantıyı; belirgin anksiyete veya sıkıntıya neden olan--- tekrarlayıcı; sürekli; istenmeden gelen; ve uygunsuz olarak yaşanan düşünceler biçiminde tanımlanmaktadır ve bunlar sadece gerçek yaşam sorunları üzerine olan endişeler değildir.

Saplantılı kişi ; saplantıyı kendisinin yarattığını fark ettiği zaman bunu bastırmaya yada etkisizleştirmeye çalışır.

Zorlantılar ( kompulsiyon ); saplantının neden olduğu sıkıntıyı azaltmak için yada saplantılı olduğu konuda bir felaketin önüne geçmek için kişinin kendisini yapmak zorunda hissettiği tekrarlayıcı davranışlar yada zihinsel faaliyetlerdir. Fakat bu zorlantılı davranışlar ile bunlara neden olan önlem alma düşüncesi ile aradaki bağlantı gerçekçi değildir. OKB olan kişilerin % 90’ından fazlasında hem obsesyonlar hem de kompulsiyonlar görülmektedir. Bununla birlikte küçük bir azınlıkta sadece saplantı ya da sadece zorlantı görülür.

Saplantı- zorlantı Bozukluğu ölçü seti; kişinin saplantı ve zorlantılarının aşırı ve mantıksız olduğunu fark etme yeteneğini yitirdiği durumlarda—iç görüsü az olan – belirlemesini yapma olanağını hekime verir.

EPİDEMİYOLOJİ

Literatür taramalarında bazı yazarlar genelde sınırın 6 yaş olduğunu ama bunun 4 yaş üstüne kadar olabileceğini belirtmişlerdir. Freud ilk belirtilerin ikinci çocukluk dönemi olarak 6–8 yaşlar arasında ortaya çıktığına değinmiştir. Ancak bazı yazarlar böyle erken belirtilerin değerlendirilebilmesinin oldukça zor olduğunu belirtmiştir. Çünkü bunar çoğu kez korkular; kuruntular; tepiler; tikler; kararsızlıklar olarak tümüyle olgunlaşmış; biçimlenmiş değildir. Araştırmacılar bunların yaşam sırasındaki yorgunluk; uyum çabaları; cinsel yaşam dönemleri olarak ergenlik; gebelik; menopoz durumlarında ortaya çıkabileceğini söylemişlerse de; gerçekte hastalığın bu dönemlerde belirginleşmesi olarak kabul edilir. ABD de yapılan bir araştırmaya göre toplumun % 2–3’ ünün yaşamlarının herhangi bir döneminde obsesyonel nevrozu geçirdikleri belirlenmiştir.

PSİKOBİYOLOJİK TEORİ

Beynin en derin katmanı R-komplekstir; beynin en eski kısmıdır ve bu organın bazal ganglia denen kısmına tekabül eder. R- kompleks öğrenilmemiş; programlanmamış davranış dizilerini sağlar. Globus pallidus ve caudat nucleus’un koyu bölgeleri R-kompleksin önemli parçalarıdır. Mc Leana göre R-kompleks gibi eski beyin bölgeleri kendi programlarını bağımsızca uygulayarak davranışlarımızı etkilemektedirler. Mc Lean’ın gözlemleri sonucu ritualizm; otoriteden korku ve otoriteye boyun eğme gibi bazı davranışlarında R kompleksin ürünü olabileceği izlenimini edinmiştir. Hatta obsesif kompulsif belirtilerin ve günlük yaşamımızda zaman zaman gösterdiğimiz bazı diğer mantık dışı davranışların bu bölgeden kaynaklanmasının güçlü bir olasılık olduğu görüşündedir. Bu belirtilerden yakınan kişilerin PET araştırmalarında orbital bölgeleri ile caudate nucleusta aşırı aktivite olduğu saptanmıştır. Soyut düşünce ise korteksten kaynaklanır. Limbik sistemin organizmanın dışından ve içinden kaynaklanan yaşantıların entegrasyonunu sağlayarak kişisel kimlik duygusuna katkıda bulunduğu sanılmaktadır. Stress durumuna girildiğinde hipotalamolimbik sistem insanın bilinçli dünyasını; birbirine karşıt duyguların eş zamanlı yaşandığı ambivalans durumuna sokar; sevgi –nefretle; saldırganlık-korku ile; dünyaya açılma içe kapanma ile birlikte yaşanır.

DÖNEMLERE GÖRE İNCELEME

Oral dönem; Doğum sonrası ilk yılı kapsar. Bu evrede libido ağız; dudak ve dile daha çok yatırılır. Yani doyum sağlayan; haz veren bölge ağız bölgesidir. İçe alım bu bölgenin ve evrenin egemen işlevidir. Sadece doyum amaçlı değil; bebek geliştikçe; yaşamın erken evrelerinden itibaren bir alış – veriş söz konusudur. Çocuğun veren yada alan bir kişi olarak gelişmesini annenin alıcı ve verici özellikleri belirler . Almayı öğrenmek verebilmenin ön koşuludur. Bu alış verişteki dengesizlik ; yalnızca veren yada yalnızca almayı düşünen bencil bir kişliğin oluşmasına neden olabilir. Dediğim dedik anneler bu alışverişi güç gösterisine dönüştürebilirler. Sevemeyen anneler çocuklarının kendilerini sevilir varlıklar olarak algılamalarını engellerler ; Bu nedenle bu dönemin umudun ; inancı ; temel güven duygusu ve sevginin belirleyicisi olduğu düşünülmektedir. Bu döneme saplantı gösterenlerde oral doyumlara düşkünlük ; aşırı derecede bağımlılık ; edilginlik gibi durumlar ortaya çıkmaktadır.

Anal dönem ; Libidonun daha çok anüs bölgesine yatırımı söz konusudur ve bu işlevlerle alınan hazdan söz edilmiştir (aşağıda uzunca açıklanacak ). Oysa bu evrede baskınlaşan bağımsızlık ve özerklik girişimleri ; kontrol eğilimleri ; inatçılık ; amvibalans ve büyüsel düşünce dikkatin bu konularada yöneltilmesini gerektirmektedir . Bir ila dört yaş ; yürüme ; konuşma ve temizlenmenin öğrenildiği ; merak ; inatçılık ve büyüsel düşüncenin yoğunlaştığı bir evredir. Çocukların toplumsal kural ve değerlerle karşılaştıkları ve bocaladıkları bir dönemdir. Çevre onlardan yaptıklarının belli kurlar çerçevesinde olmasını ister . Tuvaletinin belli zamanlarda belli yere yapılması ; yürürken eyraftaki nesnelerin zarar görmemesi ; inatçılığından vaz geçmesi ; ısrarlı bir merakla soru sorması konusunda çeşitli davranışlarla karşı karşıya kalır. Ama çocuk bu kuralları önemsemez ve yoğun inatçılığını ve ambivalansını sürdürür. Dürtü ve gereksinimlerdeki düzensizlik ; dağınıklık ve kontrolsüzlük bu dönemin özgül özelliğini oluşturur. Çocuklar yavaş yavaş çevrelerindeki nesneleri tutmaya ve tuttuklarınıda bırakmamaya başlar ; zamanla biriktirme duyguları yoğunlaşır ; ellerine ne geçerse toplarlar. Terslik ve inatçılık ondaki bağımsız olma isteğinin başlangıcı sayılır. Başına buyruk ve özerk olma çabaları ; çevre ile çatışmaları şiddetlenir. “ ben kendim yaparım “ bu dönemi ciddiye alınması gereken temel eğilimidir. Ayrıca çevrenin baskınlaşan beklentileri arasındaki çatışma kaçınılmazdır. Çocuğun “benim istediğim olacak” tutturmasına ;çevrenin “hayır benimki olacak” ısrarı ile çatışma bir güç savaşı haline gelebilir.
İnatçılığın kırılması; tutuculuk ;ve vericilik arasındaki dengenin bozulması ;özerklik çabalarının engellenmesi; ilişkilerde yakınlık kurma yerine güç savaşının ağırlık kazanması bu çatışmanın olumsuz sonucudur ; bu güç savaşı ilişkilerde kontrol etme ve edilme biçiminde belirginleşir ; kontrol etme tutkusu hiçbir zaman yok olmaz. Bu döneme saplantı gösterenlerde aşağıda özellikleri ayrıntılı açıklanacak olan Sadik anal karakter; aşırı titizlik ;aşırı düzenlilik; mükemmeliyetçilik ; cimrilik (tutuculuk ); inatçılık ; karasızlık ;özerklik sorunları ;uzun tuvalet işlemleri vs.görülür. Bu evredeki sorunlar saplantı – zorlantı nevrozunun belirleyicisidir. Eric Ericson psiko sosyal gelişim evrelerinin 12 – 36 ay devresine karşılık gelir. Sağlıklı geçirilmediğinde özerklik yerine utanç ve şüphe getirir .

Genital ( fallik ) dönem; Üçüncü yaş ortalarından sonra çocuklarda genital bölge libido yatırımının yoğunlaştığı bölgedir.Bu yoğunlaşmaya koşut olarak penis ve klitoris cinsel haz alanları olmaya başlar . Çocuğun bu yaştaki cinsel ilgi ve eylemleri;yetişkin insandaki cinsel yaşamın öncüsü; çocuksu bir benzeri olarak görülmüştür . Bu döneme oidipius kompleksi damgasını vurur.

Oidipius kompleksi ; Fallik dönemdeki çocukların kendilerine en yakın karşı cinsten kişiyi ( anne yada baba ) sevmesi ve bu sevgide cinselliğin ağırlıklı olmasıdır. Karşı cinsten ebeveyn sevilirken aynı cinsteki ebeveyn rakip olarak algılanır. Ona karşı düşmancıl duygular beslenir ve onu ortadan kaldırma; öldürme tasarımları gelişir. Bunun günlük yaşamdaki en inandırıcı kanıtları erkek çocuğun annesiyle babasının beraberliğinden duyduğu huzursuzluk; baba ile didişme; baba gidince ortaya çıkan hoşnutluk ve anneye yaklaşma; kendini anneye gösterme çabalarıdır. Babaya karşı duyulan düşmancıl duygular ve öldürme fantezileri o yaştaki çocukta düşünce ile gerçek ayırt edilemediğinden (düşündüm oldu ) arkasından duyulan suçluluk ve sonrada suçlunun cezalandırılması ---iğdiş edilme korkuları arasında bağlantı kurulmaktadır. Çocuğun ödipal bağlardan kurtulması; sağlıklı bir şekilde çözmesi sağlıklı bir gelişim için gereklidir. Kişiye özgürlük kazandırır. Bu durum gerçek kimliğin bulunmasına; anne baba dışındaki insanlarla dostluklar ; yakın bağlar ve sağlıklı cinsel ilişkiler geliştirebilme olanağını sağlar . Öte yandan bu döneme özgü cezalandırılma korkuları; suçluluk ve utanç duyguları ödipal sorunların çözümünü çok güçleştirir . Mutsuz evliliklerde; arkadaş edinememelerde; tek bir insana saplanıp kalmalarda; sık sık eş değiştirmelerde; baba yada anneye çok benzeyen insanları arkadaş olarak seçmelerde ve cinsel sorunların büyük bir bölümünde çözülmemiş ödipal sorunların etkili olduğu bilinmektedir. Ebeveynlerin yada ensest yasağı olan yakınlarını çıplak vaziyette görmesi çocuğun ödipalini şiddetlendirmektedir. Abartılı ve yoğun suçluluk duyguları; aşırı utangaçlık ve cezalandırılma korkuları da aynı çatışmaların sürmekte olduğunu gösterir . Ödipal sorunlar zaman içinde üst benliğin gelişmesi ile çözülür. Bir kısmı genital dönemde çözülürken ;diğer bölümü yaşam boyu sürer . Çocukların genital dönemde ebeveynlerine yaklaşım biçimleriyle; ebeveynlerin çözülmemiş ödipal sorunları karşılıklı etkileşim içerisindedir. Ne yazık ki ebeveynlerin çözülmemiş çatışmaları gelecek kuşağa aktarılır ve yeni kuşağın sorunlarını çözmesinin önünde bir engel oluşturur. Babalarıyla ödipal bağlarını çözememiş anneler; kocaları ile uyumlu evlilik yapmamış eşler oğullarına sarılmakta ve böylece oğullarının ödipal bağlarını çözmelerini engellemektedir. Eş seçimini anne tasarımlarına göre yapan erkekler; artan; sorunlarından kurtulamamış; kararsız ne yapacağını bilemeyen; çabuk öfkelenen; arkadaş edinemeyen; ne okulda ne işyerinde başarılı olan ; sürekli bunaltı içinde olan ; kimlik bunalımı belirtileri gösteren vs … pek çok insan var.

Üst benliğin temelinde yer alan yasakların çekirdeğini oluşturan bu karmaşa kişide suçluluk duygusunun doğmasına neden olur. Bunun ağırlığı ve derinliği de üst benliğin gücünü gösterir. Aşırı güçlülük benliğin ezilmesine; yetersiz kalışı ise kişinin toplumca uygun görülmeyen sorumsuz yapılanmasına neden olur .

Eric Ericson bu dönemi 3-6 yaşlar arasında değerlendirmiş Locomoto –genital dönem demiştir. Sağlıklı geçirilen bu devre çocukta girişimcilik ruhunu destekler; bu devrede yaşanan sorunlar suçluluk duygusunun yerleşmesine yol açar. Yetişkinlikte histerik belirtiler; kastrasyonlar (ketlenme –inhibisyon ) ; iktidarsızlık vs. görülür.

Gizillik dönemi; Altı yaşından ergenlik dönemine dek süren; yatışma ve dinginliğin egemen olduğu bir evredir. Oral; Anal; Genital dönemde süren çatışmalar çözülmüş gibidir. Ancak bu görünüm aldatıcıdır; çünkü çözülmüş yada işlenmiş gibi görülen sorunlar ergenlik döneminde tüm şiddeti ile yeniden alevlenir.
Eric Ericson bu dönemi 6-12 yaşlar arasında belirlemiştir; ana düzlemi okul yaşantısıdır. Çocuk becerilerini arttırıp kendini değerli hissetme uğraşındadır. Bu dönemdeki beceri elde girişimlerinin başarısızlığa dönüşmesi arkadaş gruplarında kendini farklı ve değersiz hissetmesine neden olabilir .

Ergenlik dönemi ; 12-18 yaşlar . Ergen görünümü ile; ideolojisi ve seçtiği kahramanlarla ilgilidir. Bir grup seçip onun kimliğini alır. Çocuk ahlakından erişkin ahlakına geçişin yollarını arar: ancak bazı durumlarda bu ikisinin arasında kalır. Bunun sonucu olarak cinsel; sosyokültürel belirsizlikler ve kimliğinden şüphe etmeler ortaya çıkar.

PSİKOPATOLOJİ

Bu yapı vücuttan; duygudan kopuştur. Varoluşun kontrolünü kendi eline almaya başlamasıdır.

Hemen tüm yazılmış klasik kitaplarda; obsessifte karakterin anlatımında şu ana hatlar ortaya konmuştur:

1- Kuruntuya; isteksizliğe ve kuşkuya eğilim.
2-Moral ; bilinç krizlerine eğilim;
3-Sosyal ilişkilerde çekingenlik ve çöküntüye ( inhibisyona ) eğilim
4- Kendi kendini çözümlemeye ve içe bakışa eğilim (otoanaliz)
5- Cinsellikte uygulama yetersizliği ve soğukluk türünde bozulmaya eğilim (frigidite )
6- Kekemelik; tik; ( DUPRE nin tanımlamış oduğu ) motör debilite sendromu gibi ruhsal ve hareketle ilgili durumlar.

Bir obsede daha gençlik yaşındaki toplumsal yaşamında türlü korkularını; kaygılarını; moral işkencelerini; birtakım hiddet krizleri; gözyaşı tabloları ve sinirliliklerle ortaya serer.JANET Obsedenin tüm ruhsal durumunu ; kişinin kendine sonsuza kadar hak vermesini yada düşünüp durmasını ; bunu başka bir yere dönüştürememesini --- becerebiliyorsa düşünmemeye çalışmasını önceden öngörmüştür. Gerçeğe uymada yetenek yoksunluğu; enerjinin ruhsal ve hareketli davranışta harcanmasına neden olur.
Olumsuz bozukluğu yaratan ruhsal gerginlik sonucu birtakım tikler; yinelemeli eylemler (stereotipi ) ; sihirbaz jestlerini andıran hareketler gibi ‘psikomotör’ ajitasyonlar; geviş getirme gibi bir düşüncenin ard arda zihne gidip gelmesi işlemleri; can sıkıcı yinelemeler; kısa dualar gibi alt düzey eylemlerine bağlı olarak türlü bozukluklar ortaya çıkmaktadır. Bunların yanı sıra duygulanım (affektif) alanında da yine aynı ruhsal gerilimden ötürü birtakım kuruntular; kuşkular; etkilenmeler; gerçek dışına taşmalar; birsürü gariplik kazanmalar; yorgunluklar; düzensiz olmalar ve bezginlikler türünde ruhsal çöküntü durumları doğmaktadır.

Daha genel olarak; obsedelerde gözlenen gerçeklik işlevleri; aşama düzeyinde eylemler; toplumsal uyum; zor işlemleri yerine getirebilme; davranışlarda belirlilik ve etkinlik gibi daha yüksek düzeye çekebilme gücünde yetersiz kalışlar; hep bu gerçeklik duygusunun kişide bozulmuş olmasından yani gerçeğe uyum işlevinin yitirilmiş olmasından ileri gelir. O zaman hemen sadece boş yada düzensiz işlemler olarak kararsızlık; dikkatsizlik; bir kimseye yada bir şeye inanma noksanlığı; güncel durumlarla ilişkide yetersizlik; daha çok geçmişe yada düş sistemine doğru gerilemeler; sıkıntı(anksiyete ) ve ajitasyon denen aşırı davranışlar gibi belirtiler sergilenir.

FREUD ve onu izleyenler için obsesyon sorununu doğuran olay öncelikle bilinç dışındaki dürtülerin baskısı ile ruhsal ve cinsel gelişimin sadik- anal döneme gerilemesi (regresyon ) aynı zamanda da bu dürtülere karşı benliğin aşırıya varan ve Anna FREUD un savunma düzenekleri adını verdiği işlemlerden itmenin (röfulman ) türevleri olarak kabul ettiği saplantı; gerileme; yalıtma (izolasyon); yapıp bozma (anülasyon ; andoing) ; yer değiştirme (deplasman ); karşıt tepki (reaksiyon- formasyon ); vd. nin kullanılması ve üst benliğinde ( Superego ) bilinç dışına kesin emir verir duruma gelmesidir.
Daha açıklayıcı bir anlatımla gerileme işlemi sonucu eski dürtüler bağımsız bir duruma geçeceklerinden; kişi bu savunma düzeneklerini kullanaraktan onların denetimlerini daha sağlam durumda tutmaya çalışacaktır. Bu düzeneklerin birkaçı birlikte kullanılırlar; yerine göre bazıları ön planda tutularak uygulanır. Gerileme (regresyon); genel olarak hoşa gitmeyen koşullarda denenen bir savunma düzeneğidir. Amacı kişiyi önceki nesnelere (obje) ve geçmişte bunlardan sağlamış olduğu doyum (satisfaksiyon) biçimlerine yeniden götürmektir. Saplantı olayında olduğu gibi gerilemede de doyum sağlanması sorunu dış dünya gereksinmelerine karşı ara rolünü gerektirecek ölçüde yerine getirmede yapısal bir yetersizlik; üst benlikte ( SE ) yada ilkel benlikte (İD ) aşırı büyüme gibi olaylar karşısında her zaman zayıflamaya eğilimli ve burada da geçerli nedene bağlı olarak zayıflamış benlik tarafından kötü bir biçimde kabullenilmesi demektir.

Yapıp bozma düzeneği; obsede kişinin öncelikle yaptığı; yad yaptığı varsayımında olduğu bir eylemin; bazen sadece bir düşüncenin kompulsif davranış biçiminde nötralize edilmek istenmesi demektir. Yapıp ----bozma işlemi karşıt tepkiye bağlı olarak ortaya çıkar. Bunda geçmişte gerçekten yapılmış yada yapıldığı düşünülmüş olan şeyin gerçek yada büyülü ( Magic ) bir biçimde ve tümüyle tersini yapma söz konusudur. Bu olay sadece öncekine karşıt anlam taşıyan bir eylemde bulunmak biçiminde değil; bazende önceki davranış yada düşüncenin olduğu gibi yinelenmesine kalkışmak türünde ve her zaman için iki eylemden oluşur. Birinci olayın içgüdüsel kökenli olmasına karşılık; ikincisi doğrudan doğruya bir üst-benlik tutumu olarak aynı olayın yada düşüncenin ayrıcalıklı bir niyetle yinelenmesi biçiminde kendini gösterir. Bu durumda içgüdü bastırılmış demektir (Represyon ). Ne varki bu bastırılmaya karşın içgüdünün yineleme eğilimi giderilebilmiş değildir. Öyle ise yinelemenin yeniden yinelenmesi söz konusu olacak ve zamanla bu yinelemelerin yerini saymalar ( aritmomani) alacaktır. Obsedelerde her zaman bu saymalarda uğurluluk göz önünde tutulur. Genellikle tek rakamlı sayılar uğurlu kabul edilir. İç güdünün ve üst benliğin birbirine ağır basmayıp dengeli bir şekilde kalmasını ancak bu tek sayılar garanti eder.

Yapıp bozma düzeneği çok erken bir gelişme dönemine kadar uzayabılir. Amacı gerçekleşen olayın olmamış olmasını sağlamaktır. Böylece geçmiş; bir düşünce yada davranış yoluyla bir süre bastırılmış olur. Ancak FREUD’a göre; büyülü törenlere her zaman eşlik eden bu yapıp- bozma düzeneği; sadece bir karşıtlığın korunmasını değil; aynı zamanda kendini cezalandırma anlamınıda taşıyarak gerekli dengeyi sağlamış olmaktadır.

Obsesyonel nevrozda yaygın bir şekilde görülen yer değiştirme düzeneği de hemen her zaman yalıtma olayı ile dar bir ilişki içinde ortaya çıkar. Çoğu kez anlamın ve duygunun özeti bu yer değiştirme işlemi ile son bulur. Özellikle günah konusunda tüm duygu sistemine yönelmiş libidinal yüklenim; bu yeni iğreti kılık yol göstericiliğinde onun yerine geçen bir doyuma olanak sağlar. FREUD obsesyonel nevrozda savunmanın gerektirdiği yerin ve hatta dönemin karakteristiği olarak ruhsal kirliliğin bedensel kirliliğe dönüştürülmesi kavramı ile ilgisinin bulunduğunu ileri sürmüştür.

Yalıtım sorunu nevrozlar arasında büyük oranda obsesyonel nevroza özgü olup; burada çok geçerli bir savunma düzeneği türünde