Yüksek lisans tezimi bitirdikten sonraki dönemde; tez konumun bir bölümü aşk ve sevgiyi de kapsadığı için; bu konuda konuşmalar ve grup terapileri yapmıştım. Kişiler aşkın ve sevginin kimyasal ve psikolojik süreçlerini öğrenmekten hiç hoşnut olmuyorlardı; herkes zihnindeki kristal sarayın öyle kalmasını istiyordu; yıkılmadan...
Genel inanç şuydu; “Kesin bir aşk vardı; hiç bitmeyecekti ve bunu da ilgili şahıs başaracaktı”...
İlgili şahıs kim mi? Herkes... Diğer bir deyişle; herkes kendini diğerlerinden farklı görmeyi yeğliyor; bilimsel bilgileri reddederek; “Ama ben farklıyım; ben aşkı bulacağım ve ömür boyu koruyacağım” diyordu. O dönemde bazı bilimsel bulguları neden bunca reddettiklerine şaşırmıştım ; şimdilerde ise anlıyorum ki; kimse hayalinin çalınmasını istemiyordu.
Oysa; belirsizlikler ve kesintiler olmadığı sürece; aşkın kimyasını ve ortaya çıkışını oluşturan; aynı anda salgılanan birbirine zıt iki hormon Penilethomine ve Endorphine 3 yıl dayanıyordu. Sonra beden bağışıklık kazanıyordu bunlara ve aşk bitiyordu. Kişiler bu bilgileri sevmeseler de aşkın kimyası bu idi; bilimsel bilgi bu idi; aşk bitecekti. Galilei nin dediği gibi; “ Beni assanız da; dünya dönmeye devam edecek”. Bu hormonlar da kendilerini tüketeceklerdi.
Sonraki yıllarda bu konudaki radyo; televizyon konuşmalarım devam ederken; bu hormonların yapısında olan niteliklere öylesine kapıldım ki; kendim de dahil herkese sıklıkla aşık olmalarını; ardında kalan acıyı yaşayıp atlatmalarını; böylece daha zinde- umutlu olacaklarını; bedenlerinin böylelikle sağlıklı kalacağını anlatır oldum.
Bunu izleyen süreçte ise- çok da geçmedi 4-5 yıl ancak- başka konularda konuşmalar yapmaya başladım; aşktan da söz eden kalmadı. Sosyal-Ekonomik Durumsal değişimler; hızlı gelişen teknoloji; yaşam derken...
Şimdilerde; aşkın geride kalmış bir Mit olduğunu görüyorum; günümüz insanı; günümüz teknikleri içinde aşkı yaşayamıyor. Üstün teknoloji imkanlarından yoksun olanlar veya kırsal kesim insanı hariç tabii ki...
Oralarda bir yerlerde aşk hala vardır eminim.
Aşk bazı şeyler ister. O mekanik değildir; gerçek çiçekler- gülücükler ister; dokunmak; duymak; telefon başında aranmayı beklemek; biriyle buluşup da zaman geçmesin diye düşünmek; yağmur altında yürümekten keyif almak ister aşk...
Aşk çok şey ister. Aşkın zamanı geniştir; özen- sabır- insan ister. Artık aşka zamanımız yok..
Nerden geldi aklıma bunlar? Bazı şeyler için hastaneye gittim; bilinen yoğun koşturmanın ötesinde; her şeyin ne kadar sistematik olduğunu algıladım; bankalardaki gibi; muayene ve tahliller için numara alınıyor; sırası gelen koşuyor; kan ya da bir tahlil için... Bilmem kaçıncı kata gidiyor; gene numara alınıp veriliyor; sonuçlar doktora kapıdan uzatılıyor; doktor sizi görmüyor- bakmıyor. Yeni bir tahlil istiyor. Aynı şeyler tekrarlanıyor- tekrarlanıyor...
Asansöre 50 kişi rahat sığıyor; hızla katlar tırmanılıyor.
Sonuçta büyük bir kalabalık; bilgisayar sistemli güzel bir düzen; ancak bu düzenin içinde insan unsuru yok...
Sonra yaşamımıza baktım; alışverişlerimiz; ödemelerimiz otomatik- pratik; her şey hızlı ve kolay. Bilgisayar başında mail yazılıyor; çiçekler kart şeklinde elektronik atılıyor; bilgi bir kutucuğa aranılanı yazıp enter tuşuna basmak kadar yakın. Yollarda koşturan bir çok insan; her şey öyle sistemli ki; ama değdiğimiz- dokunduğumuz insan yok. Birey yok; zaman yok; hiçbir şeye zaman yok. Evet artık aşka da zaman yok...
Böylesi çağrışımlarla geçmiş geldi aklıma; aşk konulu toplantılara gelen kişiler; aşk acısı çeken danışanlar; tanışların aşk konulu anlatımları geride kalmış. Hiç biri yok son yıllarda. Danışılan konuların içeriği değişmiş. Bunaltı olmuş; sosyal fobi; panik atak ve bir çok başka konu olmuş.
Çünkü aşka zaman yok; ondan daha çok hasta oluyoruz; mutsuzuz... Hastaneler insan dolu; gülümseyen insan sayısı azaldı.
Aşk bunca acımasız işte; affetmiyor; yolu kendine uğramayanı hasta bile ediyor. Çünkü bedenin Endorphine de ihtiyacı var.
Dedim ki; keşke eski yıllardaki gibi olsa; birileri aşk için danışmaya gelse; aşkı merak eden ve yaşayanlar olsa; varsın kimse bilimsel bilgilere inanmasın; bilimle zıtlaşsın.