İşitme kaybı erken dönemde tanımlanıp tedavi edilmediğinde; konuşma ve dil gelişimi zarar görür. İşitme kaybı; 1 000 canlı doğumda 1-3 insidansla en yaygın görülen doğumsal problemlerden biridir. Bu oran yenidoğan taramasının uygulandığı metabolik bozukluklar ve konjenital anomalilerle karşılaştırıldığında; 1 000 canlı doğumda; konjenital hipotroidi 0.25; fenilketonüri 0.08 oranda görülürken; trizomi 21; 700 canlı doğumda bir ve yarık damak 750 canlı doğumda bir oranında görülür. Bu oranlar; işitme kaybının geç tanısının kabul edilemez olduğuna işaret etmektedir. İşitme kaybı saptanan çocuklardan işitme desteği alabileceklerin belirlenmesi ve altı aydan önce gerekli müdahalelerin yapılması ile; bu çocuklar üç yaşında uygulanan ekspresif dil testlerinde normal sınırlarda sonuç alındığı gösterilmiştir. İşitme engeli erken dönemde tespit edilen çocuklarda dil; sosyal ve kognitif yeteneklerin geliştirilmesi ve bu yetenekleri ileride okul ve sosyal bütünleşme için kullanmaları olanaklıdır.
Kalıcı konjenital işitme kaybı ile ilişkili risk faktörleri şunlardır:
-Doğum ağırlığının 1500 gramın altında olması
-Ailede kalıtsal sensörinöral işitme kaybı olması
-Anne Karnında (intrauterin) infeksiyon varlığı (TORCH)
-Kafa yüz anomalilerinin olması (kraniofasiyal)
-Kan değişimim gerektiren düzeyde indirekt bilirubinemi saptanması
-Bakteriyel menenjit geçirmesi
-Ototoksik ilaçların kullanımı
-Apgar skoru:1. dk:0-4 yada 5. dk:0-6
-İşitme kaybı ile ilişkili sendromların bulgularının olması
-5 günden veya daha fazla solunum cihazına (mekanık ventılatör) bağlı olması
Normal insan kulağının duyabileceği en düşük ses şiddeti 0-25 desibel (dB) dir.
Çocuklarda işitme kaybı derecesine göre; 15-30 dB (Hafif); 31-50 dB (Orta); 51-80 dB (Ağır) ve 81-100 dB (Çok Ağır) olarak sınıflandırılır. Saptanan dereceden daha düşük dB deki sesler işitilemez.
Amerika Birleşik Devletleri’nde; işitme taraması; halk okullarında okul çağındaki çocuklara uygulanırken; işitme bozukluğunun erken tanısının dil gelişimine katkıda bulunacağının anlaşılmasından sonra; taramanın 2-5 yaşlar arasında yapılmasına ilişkin girişimler başlamıştır. Çocukluk çağı işitme sorunları
için otolaringolog; odiyolog; pediatrist ve dil uzmanı tarafından oluşturulan birleşik komite 1982 de; işitme taramasında yüksek riskli yenidoğanların saptanması ve üç aydan önce odiyometrik taramanın yapılması gerektiğini
belirtmiştir.
1993 te yapılan “Bebek ve Küçük Çocuklarda İşitme Bozukluğunun Erken Tanısı”
konulu bir panelde; yaşamın ilk üç ayında yenidoğanların işitme taraması ile test
edilmesi; iki aşamalı protokole göre Transient Evoked Otoacustic Emissions (TEOAE) ve bu testten geçemeyenlere Auditory Brainstem Responses (ABR) yapılması önerilmişti. 1994 te “JCIH”; işitme kaybı olan bebeklerin yalnızca %50 sinde risk etmeni saptandığı için; görüşünü yalnızca risk taşıyan değil; tüm
yenidoğanlar ulusal işitme taraması gerektiği biçiminde bildirmiştir. İşitme kaybı olan tüm bebeklerin ilk üç ayda tanımlanması ve ilk altı ayda destek tedavisi almaları; eğer ulusal işitme taraması yapılamıyorsa; belirlenmiş yüksek risk ölçütleri olan bebeklerde işitme taraması yapılması önerilmiştir. Amerikan Pediatri Akademisi nin “Yenidoğan ve Bebek İşitme Kaybının Tanısı ve Tedavisi” başlıklı 1999 da yayımlanan yazısında da; ulusal tarama testinin 3 AYDAN ÖNCE; müdahaleninde altı aydan önce yapılması önerilmiştir