Toplumsal cinsiyet; kadın ve erkeklerin doğuştan değil; içine doğdukları kültürün içinde; bulundukları sosyal ortamlarında öğrenmiş oldukları kadın ve erkek olmaya dair özellikleridir.
Kastedilen bu özellikler anne karnından itibaren başlamaktadır. Doğdukları andan itibaren cinsiyete göre renklerin belirlenmesi; kız çocuklarına pembe kıyafetler ve eşyalar; erkek çocuklarına ise mavi kıyafet ve eşyalar seçilmesi bunun bir parçasıdır. Öyle ki; tersi bir durum olduğunda ise “erkek adam pembe mi giyermiş hiç!”; “çiçek desenli kıyafet erkek adama yakışır mı!” gibi toplum tarafından bir takım tepkiler de söz konusu olabilmektedir.
Kız çocuklarına prenses; erkek çocuklarına prens; aslan oğlum gibi hitaplar kullanılırken; toplum tarafından erkek adamın erkek oğlu olur gibi cümleler de sarf edilebilmektedir.
Cinsiyete göre çocukların oynayacağı oyuncakların belirlenmesi; kız çocuklarına bebek; erkek çocuklarına silah gibi oyuncaklar verilerek yönlendirilmeleri söz konusu olmaktadır.
Kız çocuklarına temizlik; ev işleri; çocuk bakımı gibi daha çok evde var olan iş ve sorumluluklar üstlendirilirken; erkek çocuklarına; tamir işleri yapan; meslek sahibi olan; işe gidip gelen; ev işlerinde sorumluluk paylaşımı yapmayan kişiler olarak cinsiyet rollerinin verildiği görülmektedir.
Cinsiyete göre duyguların ifadesini şekillendirmeleri de beklenir; kız çocukları hassas; nazik; ağırbaşlı; duyarlı; birçok olumsuz duygu ve yaşantıyı kabullenip normalleştirmesi beklenen; erkek çocukları ise; ağlamayan; duygularını belli etmeyen; hep güçlü görünmek zorunda hisseden; hırslı ve bağımsız insanlar olmak zorunda bırakılırlar.
Çocuklar büyüyüp yetişkin olduklarında ise cinsiyetlere göre meslekleri belirlenir. Kimin tamirci; bakıcı ya da şoför olacağı birey tarafından ve onun becerileri dikkate alınarak değil; toplum tarafından cinsiyet rollerine göre çoktan belirlenmiştir.
Toplumumuzda toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine birçok deyim ve atasözleri de bulunmaktadır:
“Elinin hamuru ile erkek işine karışma”;
“Ağustostan sonra ekilen darıdan; kocasından sonra kalkan kadından hayır gelmez”;
“ Oğlan babadan öğrenir sohbet ile gezmeyi; kız anadan öğrenir sofra dizmeyi”
“Erkek adam ağlamaz!” “Sakalım olsa sözüm geçerdi!”;
“Saçı uzun aklı kısa” bunlara birer örnektir.
Toplumumuzda cinsiyet eşitsizliğinin şiddet üzerindeki etkileriyle her geçen gün daha da sık
karşılaşmaktayız. Her gün; bir kadın; eşi; sevgilisi veya bir akrabası tarafından her türlü şiddete maruz kalmakta (fiziksel; duygusal; cinsel; ekonomik) hatta hayatını kaybetmektedir.
Günümüzde şiddetin önlenebilmesi ve ortadan kaldırılabilmesi; sadece kanuni yaptırım; ceza ve uygulamalarla mümkün olmamaktadır. Öncelikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ortadan kaldırılması büyük önem taşımaktadır.
Toplumumuzda; toplumsal cinsiyet eşitsizliği bağlamında şiddet ve olumsuzluklar kadınlarda daha fazla yaşanmakla birlikte erkekler de toplumdan ve bireylerden şiddet görmektedir. Maalesef kan davaları toplumunun erkekler için biçtiği rollerden birisi olup; her iki yönden kadın ve erkeğe yönelik şiddetin bir örneğidir.
Toplumsal cinsiyet rolleri her iki cinsiyete de farklı yükler getirmektedir.
Peki; kadınlar arabalara ilgi duyamazlar ya da erkekler iyi yemek yapamazlar mı?
Ya da kadınlar başarılı olamazlar; erkekler duygulandığında ağlayamazlar mı?
Sizce renklerin; oyuncakların; mesleklerin; sorumlulukların; duyguların; eylemlerin
cinsiyeti var mıdır?
Toplumsal cinsiyet sadece insanın bir icadıdır ve bireyleri kalıplara sokarak şekillendirmeye
çalışırken bireyler üzerindeki olumsuz etkileri ise oldukça fazladır.
Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi için; bizlere düşen en önemli görev ise;
çocuklarımızı büyütürken kadının erkekten; erkeğin ise kadından üstün olmadığını; her iki
cinsiyetin de eşit haklara sahip olduğunu; sevginin saklanmaması ve yaşanması gereken bir
duygu olduğunu ve herhangi bir canlı üzerinde hak sahibi olmadığımızı benimseterek
yetiştirmektir.